Ekonomi

“Değer Yaratın ve Geleceğe Saygı Gösterin”

Türkiye’nin sürdürülebilirlik, finans ve yönetişim alanları üzerine çalışan en üretken akademisyenlerden biri Prof. Dr. Güler Aras ama çalışmalarından ve kitaplarından ne yazık ki daha çok Türkiye dışında yararlanılıyor. Bu söyleşi, böyle bir fırsat için yapıldı. Birçoğu dünya üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan 25 eser kaleme alan Aras, “Finans konusunda çalışmama rağmen akademiye başladığımdan bu yana finansal göstergelerin tek başına firma performansını, firmanın gelecekteki potansiyelini, değerini ve sürdürülebilirliğini göstermekte yeterli olmadığını düşündüm ve daha entegre bir bakışla büyük fotoğrafı görmeye ve göstermeye çalıştım” diyor…
Barış DOĞRU

Finans ve sürdürülebilirlik ko­nularında Türkiye’nin en faal ve üretken isimlerinden birisiniz. Bu konuda onlarca kitabınız var (ne­dense Türkiye’de çok bilinmiyor ama); birçoğu dünyanın çeşitli üniversitelerinde ders kitabı ola­rak okutuluyor. Öncelikle, çalışma alanlarınızın gelişimi ve yönelimi konusunda bize biraz bilgi verir misiniz?
Çalıştığım alanlar oldukça çeşitli görünse de, aslında tamamı birbiri ile anlamlı bir ilişki içinde. Finans, bankacılık, sermaye piyasası, ku­rumsal yatırımcılar, kurumsal yöne­tim, kurumsal sosyal sorumluluk, sürdürülebilirlik ve diğer konular­da 25’i kitap olmak üzere 250’nin üzerinde yayınlanmış eserim var. Kitaplarımın yarısından fazlası yurt dışında İngiltere ve Amerika’daki yayınevleri tarafından basıldı. Bu­ralarda yayına kabulünden önce de ciddi hakemlik süreçlerinden geçti. Özellikle 2000’li yılların başlarında bu alanlara fazla ilgi ve dolayısıyla da bu konulara dair fazla yayın ol­duğunu söyleyemem. Türkiye’de o dönemlerde bu konuların her şey­den önce firmalar ve ekonomi için ne ifade ettiği ve önemi iyi bilinmi­yordu. O nedenle bilgi birikimimi artırabilmek, iyi uygulama örnek­lerini takip edebilmek ve nitelikli araştırmalar yapabilmek amacıyla bu alandaki çalışmalarımı neredey­se tamamen İngiltere ve Amerika’da sürdürdüm. Dünyanın farklı ülkele­ rinden çok şey öğrendiğim meslek­taşlarımdan oluşan çalışma grupları ile işbirliklerim ve projelerim yıl­lardır devam ediyor. Uzun yıllardır her sene birkaç ayımı bu çalışmaları sürdürebilmek için yurt dışındaki üniversitelerde geçiriyorum. Geçti­ğimiz yıl ise Washington’da George­town Üniversitesi McDonough Busi­ness School’da bir yılı aşkın süreyle misafir profesör olarak bulundum.
Bu konulara başlamamın temeli ise, finans konusunda eğitim veren ve araştırma yapan bir akademisyen olmama rağmen akademiye başladı­ğımdan bu yana finansal göstergele­rin tek başına firma performansını, firmanın gelecekteki potansiyelini, değerini ve sürdürülebilirliğini gös­termekte yeterli olmadığını düşü­nüyor olmamdı. Finansal sonuçlara hangi girdilerle ve hangi süreçte nasıl ulaşıldığı ile gelecekteki firma performansına ilişkin ne tür sinyal­ler verdiğine dair sorular aslında kurumsal yönetim ve sürdürülebi­lirlik konuları ile ilgilenmemim baş­langıcı oldu. Bu aşamadan sonra, firmaların finansal performansları ile kurumsal yönetim, kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebi­lirlikleri arasındaki ilişkiyi araştır­mak üzere çalışmaya başladım ve bu alandaki çalışmalarım hâlâ farklı boyutlarda devam ediyor.
Finansın her alanında uzun yıllar çalışan bir akademisyenin bu konu­larla bu boyutta ilgileniyor olması­nın çok fazla rastlanan bir durum olmadığını söyleyebilirim. Zira bu kadar farklı konu ile uzmanlık dere­cesinde uğraşmak çok ciddi zaman, ilgi ve emek gerektiriyor. Bunun en büyük avantajı ise, bütün bu konu­lar benim için o kadar iç içe ve bağ­lantılı ki, bu entegre çalışma disipli­ni sayesinde büyük resmi çok daha iyi görebildiğimi ve olaylara stra­tejik bir yaklaşımla bakabildiğimi fark ediyorum. Aslında bu şekilde olduğunu objektif olarak söyleyen çok sayıda değerli yönetici, profes­yonel ve akademisyen meslektaşım olduğunu da eklemek isterim. Hatta yurt dışında davet edildiğim birçok toplantıda konuşmamın öncesinde bu entegre çalışma ve düşünme yaklaşımımı anlatmamı özellikle is­tiyorlar. Aslında böylece mikro olay­lara, makro göstergeleri de dikkate alarak daha çözüm odaklı ve çok daha nitelikli katkı yapabileceğimi düşünüyorum. Aslında amacım en­tegre ve disiplinlerarası yaklaşım ile bu alanda daha kapsayıcı ve yaygın etki yaratabilmek.

2015 yılında iki yeni kitabınız ya­yınlandı. Bu çalışmalarda ele aldı­ğınız, piyasalarda ve kurumlarda sürdürülebilirlik ilişkisi ve kurum­sal yönetişim paradigması değişimi konusunda biraz bilgi verir misi­niz? Ne, nasıl ve neden değişiyor?
Aslında 2015 yılında dört ayrı ki­tabım yayınlandı. Bunların ikisi İngiltere’de Gower Yayınevi tarafın­dan basıldı. Diğerleri ise TÜSİAD ve İTO tarafından Türkiye’de yayın­landı. Bunlar: Sustainable Markets for Sustainable Business: A Global Perspective for Business and Fi­nancial Market (Gower); Trans­forming Governance: New Values, New Systems in the New Business Environment (Gower): Kurumsal Raporlamada Yeni Dönem: Enteg­re Raporlama (TÜSİAD) ve Firma­ların Ar-Ge ve İnovasyon Perfor­mansının Stratejik Analizi (İTO).
Sustainable Markets for Sustainab­le Business kitabının esas teması, kitabın ilk bölümünde ele aldığım gibi piyasaların istikrarı ve sürdü­rülebilir olması ile firmaların sür­dürülebilirliği arasındaki ilişki ve daha başka bir ifade ile aralarındaki etkileşim. Piyasaların işleyişi ve ya­pısı ile bu piyasalarda faaliyet gös­teren firmalar ve ekonomi arasında birbirini besleyen ve destekleyen bir etkileşim söz konusu. Bu nedenle de birlikte değerlendirilmesi gerek­li. Kitap farklı yazarların görüşlerini bir araya getirerek bunların birlikte gerçekleşen süreçler olduğunu ak­tarıyor.
İkinci kitap Transforming Gover­nance ise, dinamik bir dünya ile piyasa ve kurumların varlığının bir sonucu olarak uygulamalarda ilke­lerin de değişime uğradığını farklı bakış açıları ile ele alıyor. Özellik­le; 2008 krizinden sonra firmaların artık farklı şekilde yönetilmesi ve yönetişimin de daha farklı şekilde ele alınarak adapte edilmesi gere­ği anlaşıldıktan sonra, acaba teori ile pratiği nasıl uyumlaştırabiliriz sorusu sorulmaya başladı. Aslında kitapta bu sorunun yanıtlarını araş­tırıyoruz.
Diğer iki yayından Entegre Ra­porlama ile ilgili çalışma aslında Türkiye’de bu alandaki, bu nite­likte ilk çalışma. Türkiye’de henüz işletmeler kesimini bilgilendirmeye çalıştığımız çok önemli bir konu. Entegre Raporlama aslında sürdü­rülebilirlik konusunu tamamlayan bir enstrüman. Finansal ve finansal olmayan bilgilerin birlikte ve enteg­re bir şekilde yer aldığı yeni bir ra­porlama modeli. Burada çok kısaca özetledim ancak Entegre Raporla­ma konusu yakında gündemimizde çok daha fazla yer alacak son dere­ce önemli bir gelişme ve daha kap­samlı bir şekilde ileride paylaşmak isterim.
Firmaların Ar-Ge ve İnovasyon Performansının Stratejik Analizi başlıklı kitabı da bir proje grubu ile hazırladık. Burada da sürdürülebilir performans için firmaların Ar-Ge ve inovasyon düzeyi ile finansal per­formansları arasındaki ilişkiyi araş­tırdık. Bu çalışmada da son derece ilginç sonuçlara ulaştık ve firmalar için stratejik bir yol haritası önerisi sunduk.
Aslında her zaman olduğu gibi çe­lişkili süreçler de yaşanıyor. Tam kurumsal yapılar belirli bir etik çizgiye, iş yapış biçimine doğru geçiş yapıyor derken, tam tersi sü­reçler patlayıveriyor.
Aslında biraz önce bahsettiğim sür­dürülebilirlik ve kurumsal yönetim ile ilgili kitaplar da bu riskin söz konusu olabileceğini dikkate alan bir yaklaşım sunuyor. Bunun en son örneğini Volkswagen skanda­lında gördük. Yöneticilerin hırsları ihtirasa ve açgözlülüğe dönüşünce artan rekabet koşullarında firmalar kural tanımadan yanlış yollar izleye­biliyorlar.
Globalleşme ile birlikte artan riskle­rin, sistemdeki hassasiyeti ve kırıl­ganlığı da artırdığını artık açık bir şekilde görebiliyoruz. Bu durum nedeniyle artık finansal krizler daha sık, daha uzun ve daha derin yaşanıyor. 2016 yılında hâlâ 2008 krizinin etkilerini yaşıyoruz. Bu­rada pek çok faktör etken olarak belirtilebilir: Karmaşıklaşan mali piyasalar, daha kompleks finansal enstrümanlar, bilgi teknolojilerin­deki hızlı değişim, sermayenin ve finansal enstrümanların serbest dolaşımı, düzenlemelerdeki ve uy­gulamalarındaki yetersizlikler ya da uygulanmasındaki sorunlar, aşırı rekabetin getirdiği kontrolsüz ve yönetilemeyen riskler ve ihtiraslı yöneticiler sistemdeki kırılganlığın temel nedenleri arasında.
Buradaki çelişki, kurumlar ve sis­tem sürekli daha katı düzenleme­lerle, kurallarla kontrol edilmeye çalışılmasına rağmen hâlâ büyük firma skandalları ile karşılaşıyor olmamız. Bilindiği üzere, ABD’de Enron, Worldcom gibi büyük skan­dalların hemen ardından şirketle­rin finansal raporlamaları üzerin­deki kontrollerin iyileştirilmesi ve bu şekilde yatırımcı güveni sağla­mayı amaçlayan Sarbanes-Oxley (2002) Yasası getirildi. Bankacılık sistemini düzenlemek üzere Basel II düzenlemeleri yapıldı Ardından gelen 2008 krizi sonrası, ABD’de 1930’lardan bu yana finansal dene­tim alanında en kapsamlı değişiklik olan Dodd-Frank Yasası’nın getiril­mesine yol açtı. 2010 yılında yürür­lüğe giren Kanun, temelde finansal sistemde “hesap verilebilirlik” ve “şeffaflık” ilkelerine dayandırıl­makta ve getirilen düzenlemelerle finansal sağlamlığın artırılması, firmaların denetimi ve gözetimi, yatırımcı ve paydaşların her türlü kötü uygulamadan korunmasını amaçlıyor. Bu kapsamlı düzenleme ile başka bir büyük krizin yaşanma­sının önüne geçilmesi umuluyor. Bu durum aslında sadece düzen­lemeler, ilkeler ve standartlar ile sistemin ve kurumların işleyişini kontrol etmenin olanaklı olmadığı­nı gösteriyor. Bu nedenle kurallar, düzenlemeler ve ilkelerin varlığı kadar önemli ve bütünleyici olanın bunların tam olarak uygulanması olduğunu görüyoruz.

Sürdürülebilir bir yönetişim için gerekli temel ilkeleri nasıl özetler­siniz? Yönetişim ve sürdürülebilir­lik konusunda en çok hangi aşa­mada sıkıntı çekiliyor? İlk karar alırken mi, uygulamada mı, ekip oluştururken mi?
Sustainable Markets for Sustai­nable Business kitabımın başlangıç sayfasında yer verdiğim motto; “If you respect the future you will be rewarded” (“Eğer geleceğe saygı gösterirseniz ödüllendirilirsiniz”). Bu inancımı bütün yayınlarımda, konuşmalarımda paylaşmaya çalı­şıyorum. Zira sürdürülebilirliğin temel felsefesine göre bütün süreç­lerde, kararlarımızı sadece bugünü değil, geleceği de düşünerek alma­lıyız. Karar mekanizmalarında yer alanlar tarafından dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.
Sürdürülebilirlik süreklilik kazan­mış bir iş modelidir. Bu iş modelinin odağında ve her aşamasında bütün paydaşlar için değer yaratma amacı yer alıyor. Bunun için de sürdürüle­bilirliğin şirketin yönetim ve üretim felsefesinin merkezine konulması önemli. Gelişmiş ülkelerde firmalar bu yaklaşımı iş modeli haline getire­rek bütün paydaşlar için pozitif etki yaratmayı önemsiyor. Bu anlamda sürdürülebilirliğin artık işletmelerin başarısının sürekliliği için bir anah­tar olduğunu görüyoruz.
Sürdürülebilirlik ve yönetişimin vazgeçilmez temel unsurlarını ifa­de etmem gerekirse:

  •  Sürdürülebilirlik ve yönetişim te­mel olarak uzun vadeli stratejik bir bakış açısı gerektiriyor. Bu nedenle uzun vadeli bir yaklaşım en kritik gösterge diyebilirim.
  •  İkinci kritik gösterge, sadece fir­ma ortakları ve hissedarlarını değil, aynı zamanda bütün paydaşlarını kapsayıcı bir boyutunun olması.
  •  Üçüncü kritik gösterge firmanın sadece kendisi ile ilgili değil, dışsal faktörleri, sosyal ve çevresel faktör­leri de içeriyor olmasıdır.

Sürdürülebilirlik ve kurumsal yö­netim uygulamalarında amacımız bütün paydaşlar için uzun vadeli ortak kazanımlar sağlanmasıdır. Kurumsal yönetim ilkelerinin uygu­lanıyor olması bir anlamda firmala­rın sürdürülebilir performanslarının da güvencesidir.
Bu alanda temel sorun firmaların büyük ölçüde bunu bir maliyet un­suru olarak görüyor ve kısa vadede finansal sonuçlar üzerinde olumlu yansıma bekliyor olması. Diğer so­run ise, özellikle firma içinde tam olarak nasıl ve ne şekilde uygula­nacağının anlaşılması ve buna bağlı olarak da uygulanmasındaki zorluk. Zira firmanın bütün fonksiyonlarına yerleşmiş etkin bir uygulama sağla­mak hiç de kolay değil. Bu konuda ciddi ilerleme kaydetmiş olmakla birlikte, gerek kurumsal yönetimi gerekse de sürdürülebilirlik konu­sunu hâlâ sadece rapor hazırlama süreci olarak gören kurumlar var. Oysa üretilen raporlar firmaların bu alandaki faaliyetlerinin bir sonucu­dur.
Şirket yöneticileri gerek kurumsal yönetim uygulamalarında gerekse sürdürülebilirlik uygulamaları ile ciddi bir taahhüt altına girdikleri­ni düşünüyorlar (ki bu doğru) ve bu onları korkutarak bazı konula­rı ötelemelerine yol açabiliyor. Bu aşamada mutlaka bu konular üst yönetime doğru bir şekilde aktarıl­malı. Zira üst yönetimin bu konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olması çok önemli. Yönetimin bu konu­ya sahip çıkması ile doğru ekibin oluşturulması, planlama ve bütçe ayrılması yakından ilişkili. Üst yö­netimin kabulü ve inancı olmadan bu konuda bir ilerleme sağlamak neredeyse imkansız. Bu nedenle süreç yukarıdan aşağıya doğru ge­liyor. Herhalde yönetişim ve sürdü­rülebilirlik konusunda en önemli kı­sım başlangıç aşaması. Bu aşamayı geçtikten sonra doğru bir uygulama surecinin yapılandırılması gerekiyor ki bu noktada yine kurumun ve bi­rimlerin kabulü ve desteği ile başarı sağlanabiliyor.
Yakın zamanda Allianz Sigorta ile Allianz Hayat ve Emeklilik’in yönetim kurulu üyesi oldunuz. Si­gorta şirketleri risk değerlendirme ve yönetimi konusunda son derece önemli bir bilgi ve tecrübeye sa­hipler. Zaten bu nedenle, sürdürü­lebilirlik konularında ilk raporları hazırlayan ve harekete geçenler sigorta şirketleri oldu. Bu nokta­dan hareketle, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konusunda sigor­ta şirketlerinde nasıl bir değişim yaşanıyor?
Aslında sigortacılık özünde sürdü­rülebilirliği sağlamak, hatta bir an­lamda teminat olmak üzere hizmet sunan bir sektör. Zira maruz kalına­cak olası risklere karşı korunmak amacıyla yapılan sigorta, kayıpların önlenmesi yoluyla bireysel ve ku­ rumsal sürekliliğin sağlanması açı­ sından önemli bir hizmet sunuyor. Bu anlamda, hem ekonomik sürdü­rülebilirliğe bu şekilde sağladıkları katkı, hem de sektörün kendi sür­dürülebilirlik hedefleri açısından farklı bir önem taşıyor.
Allianz gerek globalde gerekse Türkiye’de bu alanda bilinci en yük­sek sigorta şirketlerinin arasında bulunuyor. Allianz’ın global CEO’su Oliver Baete’nin iklim değişikliği zirvesi sırasında yapmış olduğu açık­lamalar ve bu konuda bundan sonra izlenecek stratejilerin belirlenmesin­deki kararlılık dikkate değer.
Sürdürülebilirliği odağına alan Alli­anz geliştirdiği ürün ve hizmetlerle de sosyal etkisini artırmayı hedefli­yor. Dünyanın çeşitli noktalarında sunduğu mikro-sigorta uygulaması sayesinde, gelişmekte olan ülkeler­de iklim değişikliğiyle mücadele eden 57 milyon bireye erişilebilir sigorta sunuyor. Allianz, sadece mikro-sigortayı değil, aynı zaman­da teknolojiyi de efektif kullanıyor. Asya’da pirinç tarlalarını uydu ile takip edebilecek bir sigorta mo­deli üzerinde çalışıyor. Çin’de ve Hindistan’da halihazırda 125 mil­yon küçük ölçekli çiftçiye sigorta sağlıyor. Münih İklim Sigorta Giri­şimi ile gelişmekte olan ülkelerde yaşayan 400 milyon bireye iklim değişikliğiyle ilgili yardımcı olabi­lecek sigorta modelleri üzerine di­ğer sigorta şirketleri ile el ele vere­rek çalışıyor. Almanya’da elektrikli ve hibrid araçların kullanımının teş­vik edilmesi için araç sigortalarında %10 özel indirim uyguluyor.
Allianz’ın, özellikle Türkiye’de, sür­dürülebilirlik konusundaki duyarlı yaklaşımları ile çok önemli bir rol model olacağına ve bundan sonra bu alanda daha da çok gelişim göre­ceğimize inanıyorum.

Bir de son bir haber, COP21 sü­recinde geldi. Allianz yetkilileri, 4 milyon euro değerindeki fonlarını temiz enerji yatırımlarına kaydıra­cakları ve önümüzdeki altı ay bo­yunca kömür şirketlerine yaptları yatırımlarını geri çekeceklerini bil­dirdi. Aynı zamanda şirket gelirleri­nin %30’undan fazlasını kömürden elde eden şirketleri ve kamu kuru­luşlarına yapılan yatırımları elden çıkaracaklarını belirttiler. Bu ko­nuda yorumlarınızı alabilir miyiz?
Sigortanın yanı sıra dünyanın en büyük yatırımcı kuruluşlarından biri olan Allianz için sürdürülebi­lirlik alanında bu yoğunlaşma heye­can verici olarak kabul edilmelidir. Kömür alanındaki yatırımlarından çıkıp yatırımlarını yenilenebilir enerjiye yönelteceğini belirtmesi Al­lianz için maddi olduğu kadar sem­bolik de bir anlam taşıyor. Allianz bu alandaki kararlılığını ekonomik faktörlere taşıdığını tüm sektöre de göstermiş oluyor.
İklim hareketinin önemli en­dekslerinden Carbon Disclosure Project’te (CDP) yer alan Allianz, 2015 yılında iklim değişikliği raporlamasında göstermiş oldu­ğu şeffaflık ve veri kalitesi ile en yüksek puan olan 100 ile lider oldu. CDP’nin yanı sıra Birleşmiş Milletler’in girişimi ile hayata ge­çen ve iklim değişikliği ile müca­dele eden yatırımcıları bir araya getiren Portfolio Decarbonization Coalition’a (PDC) dahil olduğunu açıkladı. Bu gelişmeler sektörde şeffaflığın da artacağı yönünde olumlu birer gösterge. Allianz gibi endüstride lider olan şirketlerin sürdürülebilirlik alanında üstlen­dikleri görevler kendi sektörlerinin yönünü değiştiriyor. Sigorta sektö­ründe sürdürülebilirlikte daha ha­reketli bir yıl geçireceğimizi öngö­rebiliriz.

Şirketler Nereden Başlamalı, Nasıl Bir Yol İzlemeli?
Öncelikle işletmelerin, geleneksel iş modelleri ile başarıya ulaşmalarının artık olanaklı olmadığını fark etmeleri son derece önemli. Zira işletmeler artık sürdürülebilirliğin yapılan her işin ve iş sürecinin merkezinde olduğu yeni bir iş yapış şekli geliştirmek zorundalar. Bu anlamda sürdürülebilirliğin işletmelerin başarısının sürekliliğinin bir garantisi olduğuna inanmaları önem taşıyor.
Bu nedenle yola çıkarken firmaların sürdürülebilirlik konusuna nasıl baktığı ve hangi anlamda ilgilendiği son derece önemli. Eğer bir firma gerçekten inanarak bu süreci başlatmak istiyorsa ve kaynak ayırmaya hazırsa bu tür firmalar başarılı ve hızlı yol alabiliyorlar. Zira bazen amaç sadece bir sürdürülebilirlik raporunun hazırlanmasından ibaret olabiliyor. Daha önce de belirttiğim gibi sürdürülebilirlik raporu bu alanda firmanın uygulamalarının sonucunu gösterir. Önemli olan bunun gerekliliklerinin bütün işletme süreçlerine ve sisteme entegre edilmiş olmasıdır. Bu nedenle bu konuda bilinçli olan firmalar, destek alacakları profesyonellere öncelikle bunu bütün işletme fonksiyonlarına nasıl yerleştirebileceğini sormalıdır. Zaten firmalar bu şekilde başladıklarında beklediğiniz sonuca ulaşmak için ilk önemli adımı atmış oluyorsunuz. Nitelikli bir ekip oluşturmak ve gerekli süreçleri uygulamak da sonuç alabilmek açısından çok önemli.

About Post Author