Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) Mayıs 2016’da yayımladığı “Deniz Çöpü Yaşamsal Grafikleri” (Marine Litter Vital Graphics) adlı raporu ile denizlerdeki tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekti. Bu yüzyılın ortasında deniz yerine plastik çöplüklerinde yaşamak istemiyorsak şimdiden acil aksiyon alınmasını vurgulayan raporda, kısa dönemli temizlik çözümlerinin yeterli olmayacağı; problemin kaynağında, yani plastiğin üretim ve kullanım aşamalarında çözülmesi gerektiği belirtiliyor.
Plastik üretiminin başladığı 1950 yılında küresel insan nüfusu 2,5 milyar iken, yıllık plastik üretiminin miktarı 1,5 milyon ton idi. Günümüzde dünya nüfusu 7 milyarı geçmiş durumda ve yıllık plastik üretimi 300 milyon tonu aşıyor. Rapora göre, bu eğilim aynı şekilde devam ederse, 2050 yılına kadar yeryüzünde ve denizlerde 33 milyar ton plastik birikecek.
2015 yılında iyi yönetilemeyen plastiğin miktarı 32 milyon ton ve bu da 4,8 ila 12,7 milyon ton plastik atığın oluşmasına neden oluyor. 2025 yılında ise iyi yönetilemeyen plastiğin miktarının 100 ila 250 milyon tona ulaşması bekleniyor. Bu da yeryüzünde ve denizlerde kalan plastik atık miktarının aynı şekilde artması demek.
Denizlerdeki çöpün balıkçılık, su kültürü, deniz turizmi ve temizlik alanlarına olan zararı yıllık yaklaşık 8 milyar dolar seviyesinde. Rapor, denizlerdeki çöplerin çevreye ve ekonomiye olumsuz etkilerinin ortadan kalkması için şu aksiyonları öneriyor:
- Denize atılan çöplerin azaltılması için yasal düzenlemelerin artırılması ve güçlendirilmesi.
- Ürünlerin üstünde içlerindeki plastiklerin gerçek maliyetlerinin yazılması.
- Atık yönetimi altyapılarına yatırım yapılması.
- Zehirsiz maddeleri geliştirmek için araştırmalara yatırım yapılması.
- Geridönüşüm.
- Plastik poşetlerin yasaklanması.
- Tekrar kullanılabilir poşetlerin kullanımının teşvik edilmesi.
- Deniz kıyılarının ve plajların atıklardan temizlenmesi.
- Plajlarda sigara içilmesinin yasaklanması.
- Bilinçli çöp atılmasının durdurulması.
Kaynak: https://staging.unep.org/ docs/MarineLitter.pdf
Paylaşılan Ulaşım: Artan Fırsat ve Eşitlik
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) bağlı Uluslararası Ulaştırma Forumu (ITF) Temmuz 2016’da “Paylaşlıan Mobilite: Yaşanır Şehirler için İnovasyon” (Shared Mobility: Innovation for Livable Cities) adlı bir rapor yayınladı. Raporda özet olarak, sabit rotası ve zaman çizelgesi olan geleneksel otobüsler yerine talep üzerine saati ve rotası mobil cihazlar üzerinden belirlenecek paylaşılan otobüs ve taksilerin kullanılmasının toplumsal eşitsizliği azaltacağı ve şehirleri daha sürdürülebilir ve yaşanabilir hale getireceği vurgulanıyor.
Portekiz’in başkenti Lizbon’daki insan trafiğine göre oluşturulan senaryoya göre, günümüzün tüm ulaştırma ihtiyaçları için var olan araç sayısının üçte biri yeterli. Rapordaki “paylaşılan mobilite” önerisi, toplumun her kesimi benzer iş, eğitim ve sağlık hizmetlerine daha kolay erişebilmesini öngörüyor. Yapılan simülasyonlarda, var olan sistemde toplumun en yoksul %10’luk dilimine göre 17 kat faza ulaşım şansı olan en zengin %10’luk dilim; “paylaşılan mobilite” senaryosunda sadece iki kat fazla ulaşım şansı elde ediyor. Sağlık hizmetlerinde ise var olan sistemde 39 kat daha fazla hizmet alma şansı olan zengin kesim, önerilen modelde 2,5 kat fazla hizmet alma şansı elde ediyor. Toplumun tüm kesimleri için daha fazla ulaşım ve sağlık hizmeti alma şansı yaratan bu senaryoda toplumsal eşitlik de sağlanmış oluyor.
Önerilen senaryo, trafiğe çıkan araç sayısının azalması ve trafikteki araçların daha yoğun kullanılması anlamına geldiği için ulaştırma kaynaklı seragazı salınımlarını üçte bir oranında düşürüyor.
Faydaları çok belirgin olmasına rağmen, geleneksel sistemden paylaşılan ulaşım sistemine geçiş biraz zorlayıcı olabilir. Örneğin, bireysel araç kullananların şehir içlerine girişlerinin engellenmesi iyi bir yöntem olacaktır. Fakat bazı kesimler de, örneğin araba üreticileri, bu sisteme karşı geleceklerdir.
Kaynak: shared-mobility-liveable-cities.pdf
Tedarik Zincirlerinin Sürdürülebilirlik Karnesi
Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (United Nations Global Compact) ve EY danışmanlık firması, Temmuz 2016’da “Sürdürülebilir Tedarik Zincirlerinin Durumu: Sorumlu ve Dayanıklı Tedarik Zincirleri İnşa Etmek” (The State of Sustainable Supply Chains: Building Responsible and Resilient Supply Chains) adlı bir rapor yayımladı. Rapor için 70 şirketten 100’den fazla tedarik zinciri, satın alma ve sürdürülebilirlik yöneticisi ile görüşülmüş.
Son beş yılda, sürdürülebilirlik konusu birçok şirket için satın alma ve dış kaynak kriteri olarak eklendi. Paydaşların artan baskısına rağmen, hâlâ birçok şirket kendi tedarik zincirlerinin şirketin performansı, riskleri ve sürdürülebilirlik üzerindeki etkilerini anlamakta güçlük çekiyor.
Araştırma sonuçları genel olarak, şirketlerin tedarik zincirlerindeki çevresel, sosyal ve yönetişim performanslarını artırmanın süreçlerini geliştirdiğini, maliyetlerini azalttığını, çalışan verimliliğini artırdığını, ürün inovasyonunu açığa çıkardığını, pazarda farklılaşma sağladığını ve toplum üzerinde belirgin bir olumlu etki yarattığını ortaya koyuyor.
Rapor için sürdürülebilir tedarik zincirleri basit, gelişen, kurulu, olgun ve lider olmak üzere beş seviyede değerlendirilmiş. Görüşülen şirketlerin çoğu gelişen veya kurulu seviyesine denk gelmiş. Bu seviyelerin açıklamaları raporda detaylandırılmış.
Raporda görüşülen şirketlerin eğilimlerinin özeti şu şekilde:
- Tedarik zinciri sürdürülebilirliği artık ihmal edilemez.
- Şirketler çoğunlukla risklere göre hareket ediyor; stratejik fırsat ve faydaları ortaya çıkarmak ikinci planda.
- Şirketler sürdürülebilir tedarik zincirleri oluşturmak üzere yaklaşımlarını ve yönetişimlerini revize ediyor.
- Lider şirketler tedarikçileri ile ortak taahhütler ortaya koyuyor.
- Teknoloji sayesinde uzak tedarikçilerin de görünürlüğü ve etkisi artıyor.
- Daha büyük sonuçlar elde etmek için tedarikçiler ile işbirliği yapmak önemli.
Kaynak:
Açlık ve Obezite Karşı Karşıya
Dünya Bankası Temmuz 2016’da “Gıdanın Geleceği: İyileşmiş Beslenme ve Sağlık için Küresel Gıda Sistemini Şekillendirmek” (The Future of Food: Shaping the Global Food System to Deliver Improved Nutrition and Health) adlı bir rapor yayımladı.
Rapora göre; dünyada yanlış beslenme üç farklı sağlık sorununa neden oluyor: Açlık, yeterli vitamin ve mineral almama kaynaklı yetersiz beslenme ve sağlıksız beslenme sebebiyle obezite. Önemli olanın insanları beslemenin değil, yeterli beslemenin olduğu belirtilen raporda, gıda sistemlerini insanlara güvenli, besin değeri yüksek ve sürdürülebilir gıda ulaştırma yönünde şekillendirmenin öncelik olması gerektiği vurgulanıyor. Dünya genelinde yüksek besin değeri ve sağlıklı yaşam sağlamak için gıda sisteminde atılacak adımların, üretimden tüketime kadar tüm aşamalarda davranışları değiştirmesi öngörülüyor.
Raporda vurgulanan ana mesajlar ise şöyle:
- Yanlış beslenme ve gıda kaynaklı hastalıklar günümüzde ve gelecekte insanlara ekonomik ve sosyal olarak çok maliyetli olacak. Bunların en önemlisi çocukların beyin gelişiminin yavaşlaması ve bu nedenle yaşamı boyunca kazançlarının kısıtlı olması.
- İyileştirilmiş bir gıda sistemi için iyileştirilmiş bilgi, akılcı politikalar, düzenlemeler ve üretimden tüketime kadar olan yatırımların bir bileşkesi gerekiyor. Buradaki amaç; gıda üreticileri, işleyicileri, dağıtıcı ve tüketicilerinde davranış değişikliği yaratmak. Kadınlar özellikle evdeki beslenmeyi yönettikleri için önemli bir role sahip.
- Gıda sisteminde yapılabilecek iyileştirmelerden bazıları: Gelişmiş saklama yöntemleri ile gıda kaybını azaltmak, besin değeri yüksek gıdaları güçlendirmek, beslenme eğitimlerini yaygınlaştırmak, gıda etiketlerini iyileştirmek ve gıda güvenliği düzenlemelerini modernize etmek.
Raporda öne çıkan rakamlar:
- Gıda sisteminin büyüyen bir nüfusa yetecek durumda olması gerekliliğine rağmen her gün 795 milyon kişi aç uyuyor.
- 165 milyondan daha fazla beş yaşın altındaki çocuk kronik yetersiz beslenme ile karşı karşıya.
- Dünya çapında 10 kişiden biri gıda zehirlenmesi yaşıyor; her yıl bu sebepten ölen kişi sayısı 420 bin.
- Yaklaşık 2 milyar kişi ihtiyacı olan vitamin ve minerali alamıyor.
- Yine yaklaşık 2 milyar kişi ise fazla kilo veya obezite problemiyle karşı karşıya kalıyor. Bu kişilerin çoğu da gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.