Doğa döngüsel, insan ve yaratımları ise lineer akıyor. İşte bütün sorun buradan çıkıyor. Peki insan, doğanın bir parçası olduğunu; bulduğu her şeyi doğayı ve yaratımlarını taklit ederek icat ettiğini hatırlayıp, tüm yaşam sistemlerini ve tabii kendine baş tacı ettiği “ekonomiyi” de, doğanın döngüselliğini taklit edecek şekilde yeniden ve yeniden tasarlayabilir mi? İşte o zaman, geridönüşüm ve atıktan değil, sadece ve sadece “besin”den bahsedeceğiz, çünkü doğada atık yoktur… Döngüsel Ekonomi’de de…
Doğa lineer işlemez. Yani doğrusal bir çizgisi yoktur doğa yasalarının. Tüm maddeler, doğada döngüsel bir formda yolculuk eder. Bu döngülerin herhalde en tipik olanları, su, karbon ve nitrojen döngüsüdür. Yani dünyada yaşamı var eden bu üç temel madde, sonsuz bir döngü içinde durmadan değişir, dönüşür ve tekrar başladığı yere ulaşır. Ve bu döngüde aslında hiç kayıp yoktur. Su buharlaşır, gökyüzünde su buharı formuna gelir. Yağmur veya kar olarak tekrar yeryüzüne düşer; denizlere, derelere, göllere ve yeraltı kaynaklarına ulaşır ve döngü tekrardan başlar. Karbon ve nitrojenin yolculuğu da benzer bir şekilde sonsuz kerelerce tekrarlanır. Her bir dönüşümde doğa ana varlığını tekrar yaratır; sonsuz biyoçeşitlilik biçiminde kendini var eder. Hayvanlar, bitkiler ve mantarlar bu dönüşümün bir parçasıdır. Hepsinin atığı bir diğerinin gıdası olarak varolur. Tam da bu nedenle doğada herhangi bir atıktan söz etmek son derece saçmadır…
Bu sonsuz döngünün ve varoluş kuralının dışına çıkan, dönüşüm sürecinin sekteye uğramasına neden olan tek varlık ise ne yazık ki insan; çünkü insan yapımı tüm sistemler, özellikle modern uygarlıkla birlikte lineer, doğrusal bir model üzerine kuruludur. Ekosistemin dengesini tutan su, karbon ve nitrojen döngüsünü temelden bozan bu doğrusal model, devasa çöp dağlarının da, atmosferin ısısını mutlak bir dengede tutan seragazlarının artışının da tek sorumlusu aslında. Fosil yakıtların yeryüzünün derinliklerinden çıkarılıp yakılmasının, kullanılabilir su kaynaklarının kurumasının, üretimde kullanılan tüm hammaddelerin kısıdının ve tükenmesinin nedeni olan bu sistemin temel hatası, aslında doğanın döngülerinin tam aksi yönde ilerlemesidir. Yani döngüsel değil, doğrusal olmasıdır…
Ağaca Değil Ormana Baksak
Aynı doğa gibi, doğrusal olmayandan, canlı sistemlerini model alan döngüsel olana yolculuğu başarıp başaramayacağımız, aslında gezegendeki varlığımızın da geleceğini belirleyecek. Bu, artık Döngüsel Ekonomi kavramsallaştırmasıyla ifade ediliyor. 2014 yılında Avrupa Birliği’nin de bir paket program olarak kabul ettiği Döngüsel Ekonomi, temel düzeyde, doğal sistemlerin taklit edilmesinden başka bir şey değil. EKOIQ sayfalarında defalarca konu ettiğimiz Biyomimikri, bu konuyu daha iyi kavramak için gayet yerinde bir örnek aslında. Kuşları taklit ederek uçaklar yaptık; şimdi yalıçapkınını örnek alarak sürtünmeyi çok daha azaltan ve olağanüstü bir verimlilikle çalışan hızlı trenler geliştiriyoruz. Doğanın temel yasalarını örnek alarak, yaz kış aynı sıcaklığı korumayı başaran termitlerin yuvalarından hareketle, hiçbir enerji girdisi olmadan ısınan ve soğuyan, temiz havanın dolaşımını sağlayan pasif evler artık gündemimizde. İşte Biyomimikri kavramıyla ifade ettiğimiz bu yaklaşımla, nasıl küçük ölçekte, doğayı taklit ederek belirli bir ürünü daha dirençli, verimli ve yaşamsal kılıyorsak, Döngüsel Ekonomi de aslında bütün bir sistemi, canlı ekosistemlerini taklit etmeyi öneriyor. Bu noktada temel bir yaklaşım değişiminden bahsetmek doğru olur. Tek tek ürünlere bakmak yerine, ya da bunun ötesinde tüm bir üretim sistemini bu yaklaşımla ele almak. Yani ağaca değil ormana bakmak… Doğal ve sosyal sermayeyi de içine alan, sermayeyi yeniden inşa etmek ve tüketicileri sadece kullanıcılara dönüştürmek (bunun için türetici kavramını önerenler de var). Bu noktada, sahiplik ilkesini ve duygusunu kuvvetli bir eleştiriden geçirmek de neredeyse zorunlu. Ekolojistlerin çoğu zaman dile getirdiği gibi, dünyaya veya bir toprak parçasına sahip olmak, aslında son derece iptidai bir bakış açısı. Bu köklü ama eski bakış açısından kurtularak, büyük soyutlamalardan öteye uzanarak, yani sadece müştereklerimiz olan toprağı, atmosferi veya su kaynaklarını sahiplenmenin bir adım daha berisine uzanarak, kullandığımız araçların, arabaların, ekipmanların, hadi daha da özele girelim cep telefonlarımızın, televizyonlarımızın da sahibi değil, belirli bir süre boyunca kullanıcısı konumuna gelmek, önemli açmazlarımızı çözebilir. Birçok firma, bunun üzerine aslında uzun bir zamandır düşünüyor, çalışıyor. Döngüsel Ekonomi kavramsallaştırmasında iş yapma, materyallerin ya da mamul haline getirilmiş materyallerin kendisini değil, kullanımını satmak anlamına gelecek. Şirketlerin iş modellerini de temelden değiştirebilecek olan bu modelde satın alma değil, belirli bir süre kullanım olanağı söz konusu. Kullanım süresi tamamlandığında, üretici firmaya teslim edilen cihaz, üretici tarafından son haddine kadar geridönüşüm sürecine teslim edilmiş oluyor.
Bu modelin önemli bir mantıksal dönüşüm gücü de, üretici firmanın daha cihazı baştan tasarlarken, süreci öngörerek planlama yapabilmesinde yatıyor. Kısa ömürlü, geridönüşüme uygun olmayan tasarım ve planlamalar yerine, daha sağlam ve verimli ürünler, daha sürecin başından uygulamaya konmuş oluyor böylece. Neredeyse artık bir klasik haline gelen ve ne yazık ki hâlâ Türkçeye çevrilmeyen William McDonough ve Michael Braungart’ın Cradle to Cradle (Beşikten Beşiğe) çalışmalarında, aslında bu mantık son derece net şekillerle tanımlanmıştı. Döngüsel Ekonomi kavramsallaştırmasının ayakları üzerine basması konusunda önemli bir fikri zemin yaratan çalışmada, McDonough ve Braungart, iki temel bölümlemeden bahsediyordu: Biyosfere güvenli şekilde tekrar girmek ve doğal sermayeyi yaratmak üzere dizayn edilen biyolojik besinler. Ve ikinci olarak da biyosfere girmeksizin yüksek kalitede durmadan dönüşmek üzere dizayn edilmiş teknik besinler… Bu iki besin grubunu temel alan yeni tasarım modeli, Döngüsel Ekonomi’nin belki de en temel başlangıç noktası olarak kabul edilmeli.
Döngüsel Ekonomi’yi “Yeni Bir Endüstri Devrimi” olarak selamlayan Dünya Ekonomik Forumu’nun Çevre İnisiyatifinin Yöneticisi Johnson Yeh’in ve daha birçok uzmanın belirttiği gibi, bu yeni üretim ve kullanım modelinin temel altyapılarından biri de internet ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması ve olanakları. İlk önce müzik endüstrisini, dosya paylaşım programlarıyla altüst eden bu gelişme, şimdi sırasıyla tüm iktisadi faaliyetleri benzersiz bir şekilde değiştirmeye, paylaşım ekonomisinin yükselişine kapıları ardına kadar açıyor. İnternet bağlantı ve servisleri aracılığıyla arabadan tatil mekanlarına, son derece seyrek kullandığımız ev araçlarına (mesela bir matkaba yılda kaç kere ihtiyaç duyuyorsunuz) kadar uzanan bir dizi ürüne sahip olmak yerine, kullanımını kiralamak veya paylaşmak üzerine kurulu bu yeni sistem, kaynak verimliliğini optimuma çıkaran devrimsel sonuçlara sahip.
Artık O Kelimeyi Kullanmadığımızda…
Çöp, yanlış yöntemlerle yanlış yerlere atılmış “kaynak” ve “değer”den başka nedir ki? Ve Döngüsel Ekonomi’de bunun herhangi bir yeri neden olsun ki? Söz konusu yeni iktisadi sistemin dipten gelen adımlarının sesini duymamak mümkün değil. Bu, kullanıcılar ve üreticilerin tüm eski varsayımlarını geridönüşüme uğratmasını sağlayacak yeni bir pratik ve düşünsel süreç. Şu andaki tezahürü, geridönüşüm tartışmaları odağında ilerlemekle birlikte, asıl olan, endüstriyel simbiyozu, biyomimikriyi ve tabii ki yenilenebilir enerjiyi de içine alan toptan bir dönüşümü birlikte düşünmek ve eylemek. Yakın bir zamanda yayınlanan ve sayfalarımızda, değişik aktörlerle birlikte tartışmaya çalıştığımız, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın hazırladığı “2014-2017 Ulusal Geri Dönüşüm Strateji Belgesi ve Eylem Planı”nın sevindirici tespitlerinden biri olarak görülen “Türkiye’de üretilen atıkların yarısından fazlası geri kazanılabilir özelliğe sahip” şeklindeki ifadeyi ele alalım. Büyük ihtimalle, şu ani geridönüşüm oranlarının çok ötesine ulaşan ve dolayısıyla gidilecek önemli bir mali ve çevresel yol olduğunu gösteren %50’lik oran, gerçek bir Döngüsel Ekonomi bütünü içinde herhalde önemli bir zaaf olarak kabul edilecektir. Ancak bunun için, bildik iktisat ve işletme yönetimi anlayışlarının hızla dışına doğru çıkan yeni bir akıl inşa etmek gerekiyor. O zaman atıklarımızın %50’sinin geri dönüştürülebilir olmasına sevinmeyecek, “atık” diye bir şeyin nasıl varolabildiğini konuşmaya başlayacağız. Braungart ve McDonough’un, klasik eserlerinden bu yana, “Atık besindir” mottosundan, “Söz konusu kelime artık var bile olmamalıdır; öyle bir şey yoktur; her şey aslında besinin ta kendisidir” ifadesine geçişleri, tam da gidilecek yeri gösteriyor herhalde…
Geridönüşüm Sembolünün Yaratılışı
Bugün dünyanın en ücra köşelerinde bile görebileceğiniz ve belki de yerkürenin en bilinen sembolü olan geridönüşüm işaretinin yaratıcısı, sonradan birçok büyük firmanın logolarına da imza atacak olan genç bir grafik tasarım öğrencisiydi: Gary Dean Anderson. 1970 yılında Amerika Ambalaj Üreticileri Birliği’nin açtığı yarışmada birinci olan Anderson, aynı yıl düzenlenen ilk Dünya Günü eylemlerine katılan bir aktivistti ve zamanın ruhundan etkilendiğini söylüyordu yıllar sonra da…