#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Döngüsel Ekonomi ya da Geri Dönüşebilecek miyiz?

Doğa döngüsel, insan ve yaratımları ise lineer akıyor. İşte bütün sorun buradan çıkıyor. Peki insan, doğanın bir parçası olduğunu; bulduğu her şeyi doğayı ve yaratımlarını taklit ederek icat ettiğini hatırlayıp, tüm yaşam sistemlerini ve tabii kendine baş tacı ettiği “ekonomiyi” de, doğanın döngüselliğini taklit edecek şekilde yeniden ve yeniden tasarlayabilir mi? İşte o zaman, geridönüşüm ve atıktan değil, sadece ve sadece “besin”den bahsedeceğiz, çünkü doğada atık yoktur… Döngüsel Ekonomi’de de…

Doğa lineer işlemez. Yani doğrusal bir çizgisi yok­tur doğa yasalarının. Tüm maddeler, doğada döngüsel bir formda yolculuk eder. Bu döngü­lerin herhalde en tipik olanları, su, karbon ve nitrojen döngüsüdür. Yani dünyada yaşamı var eden bu üç temel madde, sonsuz bir döngü içinde durmadan değişir, dönüşür ve tekrar başladığı yere ulaşır. Ve bu döngüde aslında hiç kayıp yok­tur. Su buharlaşır, gökyüzünde su buharı formuna gelir. Yağmur veya kar olarak tekrar yeryüzüne düşer; denizlere, derelere, göllere ve ye­raltı kaynaklarına ulaşır ve döngü tekrardan başlar. Karbon ve nitroje­nin yolculuğu da benzer bir şekilde sonsuz kerelerce tekrarlanır. Her bir dönüşümde doğa ana varlığını tekrar yaratır; sonsuz biyoçeşitlilik biçiminde kendini var eder. Hayvan­lar, bitkiler ve mantarlar bu dönü­şümün bir parçasıdır. Hepsinin atığı bir diğerinin gıdası olarak varolur. Tam da bu nedenle doğada herhan­gi bir atıktan söz etmek son derece saçmadır…
Bu sonsuz döngünün ve varoluş kuralının dışına çıkan, dönüşüm sü­recinin sekteye uğramasına neden olan tek varlık ise ne yazık ki insan; çünkü insan yapımı tüm sistemler, özellikle modern uygarlıkla birlikte lineer, doğrusal bir model üzerine kuruludur. Ekosistemin dengesini tutan su, karbon ve nitrojen döngü­sünü temelden bozan bu doğrusal model, devasa çöp dağlarının da, at­mosferin ısısını mutlak bir dengede tutan seragazlarının artışının da tek sorumlusu aslında. Fosil yakıtların yeryüzünün derinliklerinden çıka­rılıp yakılmasının, kullanılabilir su kaynaklarının kurumasının, üretim­de kullanılan tüm hammaddelerin kısıdının ve tükenmesinin nedeni olan bu sistemin temel hatası, aslın­da doğanın döngülerinin tam aksi yönde ilerlemesidir. Yani döngüsel değil, doğrusal olmasıdır…

Ağaca Değil Ormana Baksak
Aynı doğa gibi, doğrusal olmayan­dan, canlı sistemlerini model alan döngüsel olana yolculuğu başarıp başaramayacağımız, aslında geze­gendeki varlığımızın da geleceğini belirleyecek. Bu, artık Döngüsel Ekonomi kavramsallaştırmasıyla ifade ediliyor. 2014 yılında Avrupa Birliği’nin de bir paket program ola­rak kabul ettiği Döngüsel Ekonomi, temel düzeyde, doğal sistemlerin taklit edilmesinden başka bir şey değil. EKOIQ sayfalarında defalarca konu ettiğimiz Biyomimikri, bu ko­nuyu daha iyi kavramak için gayet yerinde bir örnek aslında. Kuşları taklit ederek uçaklar yaptık; şimdi yalıçapkınını örnek alarak sürtün­meyi çok daha azaltan ve olağanüs­tü bir verimlilikle çalışan hızlı tren­ler geliştiriyoruz. Doğanın temel yasalarını örnek alarak, yaz kış aynı sıcaklığı korumayı başaran termit­lerin yuvalarından hareketle, hiç­bir enerji girdisi olmadan ısınan ve soğuyan, temiz havanın dolaşımını sağlayan pasif evler artık gündemi­mizde. İşte Biyomimikri kavramıyla ifade ettiğimiz bu yaklaşımla, nasıl küçük ölçekte, doğayı taklit ederek belirli bir ürünü daha dirençli, ve­rimli ve yaşamsal kılıyorsak, Dön­güsel Ekonomi de aslında bütün bir sistemi, canlı ekosistemlerini taklit etmeyi öneriyor. Bu noktada temel bir yaklaşım değişiminden bahset­mek doğru olur. Tek tek ürünlere bakmak yerine, ya da bunun ötesin­de tüm bir üretim sistemini bu yak­laşımla ele almak. Yani ağaca değil ormana bakmak… Doğal ve sosyal sermayeyi de içine alan, sermayeyi yeniden inşa etmek ve tüketicileri sadece kullanıcılara dönüştürmek (bunun için türetici kavramını öne­renler de var). Bu noktada, sahiplik ilkesini ve duygusunu kuvvetli bir eleştiriden geçirmek de neredeyse zorunlu. Ekolojistlerin çoğu zaman dile getirdiği gibi, dünyaya veya bir toprak parçasına sahip olmak, aslın­da son derece iptidai bir bakış açısı. Bu köklü ama eski bakış açısından kurtularak, büyük soyutlamalardan öteye uzanarak, yani sadece müşte­reklerimiz olan toprağı, atmosferi veya su kaynaklarını sahiplenmenin bir adım daha berisine uzanarak, kullandığımız araçların, arabaların, ekipmanların, hadi daha da özele girelim cep telefonlarımızın, televiz­yonlarımızın da sahibi değil, belirli bir süre boyunca kullanıcısı konu­muna gelmek, önemli açmazlarımızı çözebilir. Birçok firma, bunun üzeri­ne aslında uzun bir zamandır düşü­nüyor, çalışıyor. Döngüsel Ekonomi kavramsallaştırmasında iş yapma, materyallerin ya da mamul haline getirilmiş materyallerin kendisini değil, kullanımını satmak anlamına gelecek. Şirketlerin iş modellerini de temelden değiştirebilecek olan bu modelde satın alma değil, belirli bir süre kullanım olanağı söz konu­su. Kullanım süresi tamamlandığın­da, üretici firmaya teslim edilen ci­haz, üretici tarafından son haddine kadar geridönüşüm sürecine teslim edilmiş oluyor.
Bu modelin önemli bir mantıksal dönüşüm gücü de, üretici firma­nın daha cihazı baştan tasarlarken, süreci öngörerek planlama yapa­bilmesinde yatıyor. Kısa ömürlü, geridönüşüme uygun olmayan ta­sarım ve planlamalar yerine, daha sağlam ve verimli ürünler, daha sürecin başından uygulamaya kon­muş oluyor böylece. Neredeyse artık bir klasik haline gelen ve ne yazık ki hâlâ Türkçeye çevrilmeyen William McDonough ve Micha­el Braungart’ın Cradle to Cradle (Beşikten Beşiğe) çalışmalarında, aslında bu mantık son derece net şekillerle tanımlanmıştı. Döngüsel Ekonomi kavramsallaştırmasının ayakları üzerine basması konusun­da önemli bir fikri zemin yaratan ça­lışmada, McDonough ve Braungart, iki temel bölümlemeden bahsediyor­du: Biyosfere güvenli şekilde tekrar girmek ve doğal sermayeyi yarat­mak üzere dizayn edilen biyolojik besinler. Ve ikinci olarak da biyos­fere girmeksizin yüksek kalitede durmadan dönüşmek üzere dizayn edilmiş teknik besinler… Bu iki besin grubunu temel alan yeni tasa­rım modeli, Döngüsel Ekonomi’nin belki de en temel başlangıç noktası olarak kabul edilmeli.
Döngüsel Ekonomi’yi “Yeni Bir En­düstri Devrimi” olarak selamlayan Dünya Ekonomik Forumu’nun Çev­re İnisiyatifinin Yöneticisi Johnson Yeh’in ve daha birçok uzmanın be­lirttiği gibi, bu yeni üretim ve kulla­nım modelinin temel altyapılarından biri de internet ve iletişim teknoloji­lerinin yaygınlaşması ve olanakları. İlk önce müzik endüstrisini, dosya paylaşım programlarıyla altüst eden bu gelişme, şimdi sırasıyla tüm iktisa­di faaliyetleri benzersiz bir şekilde değiştirmeye, paylaşım ekono­misinin yükselişine kapıları ardına kadar açıyor. İnter­net bağlantı ve servisleri aracılığıyla arabadan tatil mekanlarına, son derece seyrek kullandığımız ev araçlarına (mesela bir matkaba yılda kaç kere ihtiyaç duyuyorsunuz) kadar uzanan bir dizi ürüne sahip olmak yeri­ne, kullanımını kiralamak veya paylaşmak üzerine kurulu bu yeni sistem, kay­nak verimliliğini optimuma çı­karan devrimsel sonuçlara sahip.

Artık O Kelimeyi Kullanmadığımızda…
Çöp, yanlış yöntemlerle yan­lış yerlere atılmış “kaynak” ve “değer”den başka nedir ki? Ve Döngüsel Ekonomi’de bunun her­hangi bir yeri neden olsun ki? Söz konusu yeni iktisadi sistemin dipten gelen adımlarının sesini duymamak mümkün değil. Bu, kullanıcılar ve üreticilerin tüm eski varsayımlarını geridönüşüme uğratmasını sağla­yacak yeni bir pratik ve düşünsel süreç. Şu andaki tezahürü, geridö­nüşüm tartışmaları odağında ilerle­mekle birlikte, asıl olan, endüstriyel simbiyozu, biyomimikriyi ve tabii ki yenilenebilir enerjiyi de içine alan toptan bir dönüşümü birlikte düşünmek ve eylemek. Yakın bir zamanda yayınlanan ve sayfalarımız­da, değişik aktörlerle birlikte tartış­maya çalıştığımız, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın hazırladığı “2014-2017 Ulusal Geri Dönüşüm Strateji Belgesi ve Eylem Planı”nın sevindirici tespitlerinden biri olarak görülen “Türkiye’de üretilen atıkla­rın yarısından fazlası geri kazanılabi­lir özelliğe sahip” şeklindeki ifadeyi ele alalım. Büyük ihtimalle, şu ani geridönüşüm oranlarının çok öte­sine ulaşan ve dolayısıyla gidilecek önemli bir mali ve çevresel yol oldu­ğunu gösteren %50’lik oran, gerçek bir Döngüsel Ekonomi bütünü için­de herhalde önemli bir zaaf olarak kabul edilecektir. Ancak bunun için, bildik iktisat ve işletme yönetimi an­layışlarının hızla dışına doğru çıkan yeni bir akıl inşa etmek gerekiyor. O zaman atıklarımızın %50’sinin geri dönüştürülebilir olmasına sevin­meyecek, “atık” diye bir şeyin nasıl varolabildiğini konuşmaya başlaya­cağız. Braungart ve McDonough’un, klasik eserlerinden bu yana, “Atık besindir” mottosundan, “Söz konu­su kelime artık var bile olmamalı­dır; öyle bir şey yoktur; her şey as­lında besinin ta kendisidir” ifadesine geçişleri, tam da gidilecek yeri göste­riyor herhalde…

Geridönüşüm Sembolünün Yaratılışı
Bugün dünyanın en ücra köşelerinde bile görebileceğiniz ve belki de yerkürenin en bilinen sembolü olan geridönüşüm işaretinin yaratıcısı, sonradan birçok büyük firmanın logolarına da imza atacak olan genç bir grafik tasarım öğrencisiydi: Gary Dean Anderson. 1970 yılında Amerika Ambalaj Üreticileri Birliği’nin açtığı yarışmada birinci olan Anderson, aynı yıl düzenlenen ilk Dünya Günü eylemlerine katılan bir aktivistti ve zamanın ruhundan etkilendiğini söylüyordu yıllar sonra da…

EkoIQ Editör