“Eldekini Tüketerek Yarını Üretemeyiz”

European Environmental Bureau’nun (EEB-Avrupa Çevre Birliği) Brüksel’deki 40. yıl kutlamasında “yolun yarısına geldik, önlem almazsak ikinci yarı zorlu geçecek” şeklinde bir tedirginliğin izleri de vardı. Toplantıda konuşma yapan Avrupa Birliği Çevre, Deniz ve Balıkçılık Komisyonu Yeni Başkanı Karmenu Vella ise yapılması gerekenleri açık ve net olarak şöyle özetledi: “Ekonomik büyüme bir zorunluluk olsa dahi kâr etmek ve ekolojiyi korumak arasında bir denge kurulmalı. Sürdürülebilir olmayan hiçbir çözüm gerçekçi sayılamaz. Eldekini tüketerek yarını üretemeyiz.”
Zeynep Heyzen ATEŞ

EKOIQ olarak, European En­vironmental Bureau’nun (EEB-Avrupa Çevre Birliği) Aralık ayında SQUARE-Brüksel Konferans Merkezi’nde gerçekleşti­rilen 40. yıl kutlamalarına katıldık. Hepimiz 2014’ün Avrupa Birliği Komitelerinin değişeceği yıl oldu­ğunu biliyorduk, takvim böyleydi. Açıkçası bu yılki değişimli iç ve dış gündemlerde de köklü değişimler olacağını tahmin etmiştik. Ama hiçbirimiz, parlamentonun çevre komisyonlarında bu kadar sert kısıt­lamalara gideceğini öngörmemişti. EEB Yönetim Kurulu Başkanı Je­remy Wates’ın dediği gibi, “Çevre politikalarındaki değişim, uçuruma doğru yokuş aşağı giderken ayağını frenden çekmeye benzedi…” Bu söz­lerden ekoloji adına umutsuz günle­rin bizleri beklediği sonucunu çıkar­mayın. Kırk yıldır neler yapıldığının ve gelecekte neler yapılabileceğinin tartışıldığı paneller ve konferanslar umutsuz değil, çözüm odaklıydı.

Avrupa’nın Çevre Politikalarını Yönlendiriyor
EEB, kısmen de olsa Avrupa Parla­mentosu’ndaki (AP) yönetim deği­şikliğiyle gelen karmaşanın dışında kalabilen bir oluşum. Birden fazla çevre örgütünün birleşmesiyle olu­şan bir tür çatı organizasyon olma­larının, kırk yıldır ekolojiyle ilgili konularda dünya ülkelerine danış­manlık yapmalarının, Avrupa’nın çevre politikalarını yönlendirmeleri­nin, yirmiden fazla üniversiteye eko­nomik ve stratejik destek sağlama­larının bunda rolü büyük. Sonuçta birliğin “birincil besin kaynağı” AP’nin sağladığı ödenekler olma­dığından geçmiş yıllarda başlatılan araştırmaları veya farklı hükümet­lerle yürüttükleri projeleri sürdür­me kapasitesine de sahipler.
Unutulmamalı ki, çevrecilik dendi­ğinde artık eskisi gibi “yere çöp at­mamak” veya “ağaç kesmemek” ka­dar basit olgulardan bahsetmiyoruz. İklim değişimi, belki de dünyanın en ciddi sorunu. Kirlilik, çevre mü­hendisliği, ekolojik teknolojiler, sür­dürülebilirlik ve yeni enerjiler “çev­recilik” başlığı altında ele alınan konulardan yalnızca bir kısmı. Ama esas hedefi enerji bağımsızlığını ka­zanmış, sürdürülebilir ekonomiye sahip bir Avrupa Birliği olan Jean- Claude Juncker yönetimi, rüzgar enerjisini veya elektrikli arabaların şarj ünitelerinin tüm yollara yerleş­ tirilmesi gibi projeleri desteklemeyi sürdürürken (benzin istasyonunun elektrik versiyonu diyebiliriz, yol kenarına takılan elektrik direkleri gibi görünüyorlar. Arabanızın fişini takıyorsunuz! Kartınızla çalıştırdığı­nız, ödemenizin çoğu ülkede doğru­dan devlete gittiği bir sistem), soyu tükenen kuş türlerinin korunması için özel ödenekler çıkarmayı 2015 gündemi dahilinde düşünmüyor. Böylece EEB ve benzeri vakıflar, doğayı koruma arzularında sami­mi apolitik çevre örgütleri daha da önem kazanıyor, çünkü Avrupa’nın sadece temiz enerjiye değil, “dikine bahçeler” gibi yeşillendirme tekno­lojilerine, arıtma sistemlerine ve geridönüşüme de yatırım yapması gerek. İnsanların aç ve açıkta kalma­ması Juncker yönetimindeki AP’nin yükümlülüğüyse, o insanların belli bir yaşam kalitesini koruyabilmele­rinden de EEB’nin, EBCD’nin, ba­ğımsız çevre örgütlerinin ve vergi­den düşmek adına bile olsa onlara bağış yapan özel sektörün sorumlu olduğunu söyleyebiliriz.

Çevre Duyarlılığının Orta Yaş Krizi

40’ıncı yılını kutlayan EEB, 1974 yı­lında çevre örgütlerini aynı çatı altında toplamak amacıyla kurulan ve o gün bu gündür yaşanabilir bir dünya uğruna mücadele eden bir oluşum. Ne yazık ki AB’nin yaşadı­ğı kaosun çevre duyarlılığını da bir tür orta yaş krizine sürüklediği id­dia edilebilir: Doğru mu yapıyoruz? Hepsi boşuna mıydı? Niye kimse Avrupa’nın kendine hiç bakmadan yaşlandığını kabullenmiyor?

Açılış konuşmasını EEB Başkanı Mikael Karlsson’un yaptığı kut­lamalarda bunca yılın başarısının sevincinin yanı sıra “yolun yarısına geldik, önlem almazsak ikinci yarı zorlu geçecek” şeklinde bir tedirgin­liğin izleri de görülüyordu. Mikrofo­nu ondan devralan Avrupa Birliği Çevre, Deniz ve Balıkçılık Komis­yonu Yeni Başkanı Karmenu Vel­la ise eski komitelerin eylemlerini tartışmak yerine EEB ile daha uzun yıllar çalışmayı umduklarını belirt­tikten sonra kendi deneyimlerinden ve hedeflerinden bahsetmeyi seçti. Doğduğu küçük şehrin turizmden etkilenişini anlatıp önce kalabalık­larla gelen ekonomik kalkınmanın halkı ne kadar sevindirdiğinden, sonra o kadar insanı kaldırmayan şehrin yavaş yavaş yaşanamaz bir yere dönüştüğünden bahsetti. Bura­da Türkiye’nin alabileceği bir ders var. Geri dönülemeyecek kadar be­tonlaşmış, sağlıksız yapılanmanın önüne geçilemeyecek, şehirleşme­nin kontrolden çıktığı bazı bölge­lerin aksine gelişmekte olan şehir­ler-beldeler için bu başarısızlıklar büyük avantaj. Geçmişte yapılan hatalardan ders alınsa, altyapılar­da ekoloji dostu şehir mühendis­liklerinden, enerji tüketimi düşük yeni teknolojilerden yararlanılsa az bilinen yöreler yeni turizm cen­netlerine dönüşebilir; böylece yükü taşıyamayacakları kadar ağırlaşmış diğer bölgeler de biraz olsun rahat­lar. Uygulama benim keşfim değil, dünyadaki en güzel örneği sanırım İzlanda. 1000 insandan 10 Euro ka­zanmaktansa 100 insandan 100’er Euro kazanmayı seçen ve doğayı korumak için belli miktardan fazla ziyaretçiye izin vermeyen bir ülke. Adil olmadığını düşünebilirsiniz ama doğa harikası denen yerleri her gün 1000 insanın çöpüyle doldurur­sanız, ne yaparsanız yapın doğayı mahvetmeniz kaçınılmaz. Karşımız­da yüzbinlerce insandan gelir elde edeceğim diye en kıymetli tapınak­larını çöplüğe döndüren ve hızla tu­rist kaybeden bir Hindistan örneği varken olmaz olmaz demeyin… Kar­menu Vella, kutlamaların iyimser ruhuna uygun olarak bu örnekten alınması gereken dersleri özetledi: “Ekonomik büyüme bir zorunlu­luk olsa dahi kâr etmek ve ekolo­jiyi korumak arasında bir denge kurulmalı. Sürdürülebilir olmayan hiçbir çözüm gerçekçi sayılamaz. sayılamaz. Eldekini tüketerek yarını üretemeyiz.”

Önerilen makaleler