#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Fìtrr lu sìltsana trr”

Avatar, enteresan bir film. Görsel şöleni ve 3B çekim tekniklerindeki başarısının ötesinde izleyiciye verdiği birçok alt tema var. Elbette, bunlardan en önemlisi ve her geçen yıl daha da güncel bir uyarı haline gelen teması, filmin iklim felaketiyle ilgili verdiği mesaj.

Yazı: Arif ERGİN 

Yazımın başlığı, dünya sinema tarihinin bugüne dek en çok izlenmiş filminde kullanılan bir dilden. Hangi film tahmin edebildiniz mi? İpucu vereyim. Bugüne kadar sinemada ve dijital ortamda en çok izlenmiş film olduğu söyleniyor. Bu soruyu çevremde kime sorduysam doğru yanıt alamadım, o yüzden size bir torpil yapıyor ve bir ipucu daha veriyorum: Bu film, sinema tarihinin gelmiş geçmiş en çok hasılat yapan filmi. Filmin tüm gösterimlerinin toplam gişe hasılatı 2,8 milyar dolar. Filmin adı: AVATAR.

James Cameron’un 2009 yılında seyirciyle buluşan filmi Avatar, aradan geçen 13 seneye rağmen “En çok seyredilen film”, “En çok hasılat yapan film” gibi kategorilerde hâlâ zirvedeki yerini koruyor. İnsanların bu filme olan ilgisinin her geçen yıl artarak devam etmesinin sebebi nedir? Acaba, içimizde, derinlerde bir yere mi dokunuyor Avatar? Avatar, enteresan bir film. Görsel şöleni ve 3B çekim tekniklerindeki başarısının ötesinde izleyiciye verdiği birçok alt tema var. Elbette, bunlardan en önemlisi ve her geçen yıl daha da güncel bir uyarı haline gelen teması, filmin iklim felaketiyle ilgili verdiği mesaj.

Filmde 2154 yılındayız ve dünyanın tüm doğal kaynakları tükenmiş durumda. Dünyada yaşanan enerji krizine çözüm arayan Resources Development Administration (Kaynak Geliştirme Yönetimi) RDA isimli bir kuruluş, Pandora isimli bir gezegende değerli bir enerji kaynağı olan unobtanium madenlerini keşfeder. Muhteşem ormanlarla ve bitki örtüsüyle kaplı Pandora’nın üzerinde, doğayla uyumunu kaybetmemiş Na’vi isimli bir halk yaşamaktadır. Na’viler, 3-4 metre boylarında, mavi tenli, insan görünümlü, zeka sahibi ve barışçıl bir halktır. Pandora’nın atmosferinde oksijen olmadığı için insanlar bu gezegeni keşfetmek üzere “Avatar” isimli yapay Na’vi bedenleri kullanarak yerli halkın arasına karışır ve Pandora’daki en zengin unobtanium madeninin yerini böylece keşfederler. Maden yatağının tam üzerinde, (Aksilik bu ya!)

Yuva Ağaç (Eywa) adı verilen dev bir ağaç vardır. Bu ağacın filmdeki fonksiyonu, bütün canlıları ve doğayı bir arada tutan bir sinir sisteminin merkezi olmasıdır. Bütün ağaçlar birbirlerine ve Pandora’da yaşayan tüm canlılara elektromanyetik bağlarla bağlıdır. Yuva Ağaç, yaşam enerjisini adeta bir sihir gibi ağaçlardan gezegen halkına, onlardan da diğer canlılara akıp geçirmekte, hastaları tedavi etmekte, yaralıları iyileştirmekte, Navi’lere geçmiş atalarından haberler getirmekte ve bütün canlıları bir “yuva” gibi korumaktadır. Bu sistemden bir unsuru, bir ağacı bile çektiğinizde ise sistem bozulmaktadır. Elbette, Pandora’da da beklenen olur ve insan, kendi dünyasını cehenneme çevirdiği gibi Pandora’yı da cehenneme çevirir. RDA kuruluşunun paralı askerleri unobtanium madeni için ağaçları yerle bir etmeye başlarlar. İşgalci insanoğlunun nihai hedefi ise Pandora’daki yaşamın merkezi olan büyük Yuva Ağaç’tır. Ağacı savunan Na’viler ve insanlar arasında müthiş bir savaş başlar. O esnada, filmin içindeki bir insan, madenlerden vazgeçmemekte direten diğer insanlara şunu söyler; “Anlamıyorsunuz. Bu gezegenin zenginliği yerin altındaki madenlerde değil, yerin üstünde. Bu gezegenin zenginliği ‘yaşam’ denen o evrensel mucizede.”

Yaşam, Evrensel Mucize

Aslında bütün ekosistemler bütüncül yapılardır. Bir ekosistemi oluşturan en küçük mikroorganizmadan en büyük canlıya, bitkilerden, böceklere kadar her unsur, bir bütünün yapıtaşlarıdır ve ekosistemin sağlıklı çalışabilmesi için o yapıtaşlarının hepsine ihtiyaç vardır. Örneğin, dünyadaki ekosistemden yalnızca bir böceği, arıyı çekip aldığınızda, dünya nüfusunu besleyen bitkisel ürünlerin büyük oranda sonu geliyor, çünkü arılar olmadığında tozlaşarak üreme şansları kalmıyor. Bir tek arıyı sistemden çekip aldığınızda, dünya üzerindeki yaşam zincirleme bir etkiyle sona erme riskiyle karşı karşıya kalıyor. İşte, bu kadar hassas ve mucizevi bir dengede duran yaşam, şu anda sayısız tehditle karşı karşıya ve bu tehditlerin hepsi de insan kaynaklı. Ve maalesef bu gezegende yaşamı koruyacak Na’viler de yok.

Dünyanın Sanayi Devrimi’nden itibaren son 150 yıldır maruz kaldığı ağır ekolojik tahribat, bugüne kadar çok sayıda canlı türünün neslinin tükenmesine veya sayılarının ekosistemdeki işlevlerini yerine getiremeyecek derecede azalmasına sebep oldu. Küresel ısınmanın bir sonucu olarak yaşanmakta olan iklim krizi yüzünden çok sayıda canlı türünün varlığı tehlikede. İklim krizinin tahrip ettiği şey yalnızca canlılar da değil elbette; yaşamın kaynağı olan su, hava ve gıdalar da ağır bir tahribat ve kirlilik sorunuyla karşı karşıya. Son birkaç yılda, insan kaynaklı ekolojik tahribat ve iklim krizi nedeniyle nesli tükenen canlı türü sayısı 784. Üstelik bunlar yalnızca tespit edebildiklerimiz bilebildiklerimiz. Kim bilir bu süre zarfında mikroorganizmalar evreninde, okyanusların derin karanlıklarında neleri yok ettik?.. Önümüzdeki yakın gelecekte, iyimser(!) bir tahminle 16.119 hayvan türünün soylarının iklim krizi nedeniyle tükeneceği öngörülüyor.

Ekosistem üzerindeki bu yıkıcı etkimiz, aslında Nasreddin Hoca fıkrasındaki, odun için kendi bindiği dalı kesen adam misali. “Yaşam” tahrip olurken dünyanın kendisi hastalanırken insanın da sağlıklı kalabilmesi elbette ve maalesef mümkün değil. Şehirlerde yaşanan hava kirliliğine bağlı ölümler, aşırı sıcaklara bağlı kalp krizleri, salgın hastalıklar, genetiği bozulan gıdalar, yepyeni virüsler, yepyeni bakteriler, yeni ve daha kompleks kanser türleri, her yıl milyonlarca hayatın yitip gitmesine neden oluyor ve önümüzdeki 30 sene içinde bu sayıda bir patlama yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

Ülkelerin Sağlık Sistemleri Günümüzün Koşullarına Ne Kadar Hazırlıklı?

İklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerini araştıran Lancet Countdown’ın yayımladığı son rapor bu konuda çarpıcı bir fotoğraf koyuyor önümüze. Rapora göre, iklim krizinin sağlık üzerindeki etkilerine dair çok büyük kanıtlar olmasına rağmen ülkeler, sağlık konusunda nüfuslarının karşı karşıya olduğu artan risklerle orantılı bir iklim uyum yanıtı vermiyor. Ülkeler arasında ekonomik kalkınmışlık seviyelerinde var olan küresel eşitsizliğin olumsuz sonuçlarının, en çok da sağlık alanında yaşanacağı öngörülüyor. 2020 itibarıyla dünyada yalnızca 47 ülke sağlık için ulusal bir iklim uyum planına sahip olduğunu bildirdi ama yetersiz insan gücü ve yetersiz mali kaynaklar bu planların dahi hayata geçirilmesinin önündeki en büyük engeller. Üstelik bu 47 ülke, dünyanın görece kalkınmış, iyi durumda olan ülkeleri. Dünyanın geri kalanında ise ne mevcut duruma ne de gelecek yıllarda yaşanacak iklim kaynaklı hastalık dalgalarına karşı sağlık sistemleri hazır. Ve insanlar savunmasız. Rapora göre, yalnız hava kirliliğine bağlı ölümlerde bile bu gruptaki ülke halklarının riski %50 daha yüksek.

Önümüzdeki yıllarda Zika virüsü, humma ve benzer salgınların patlak verme ihtimali artıyor, üstelik bu salgınların görece kalkınmış ülkeler olan AB ülkelerine dahi ulaşacağı öngörülüyor. Eriyen buzullar ve artan sıcaklıklar nedeniyle sıtma da bir dünya turuna çıkacağa ve tarih boyunca hiç ulaşamadığı pek çok coğrafyayı ziyaret edeceğe benziyor. Raporda bunun gibi sayısız hastalık, su güvenliği riski, gıdalar, tarım gibi pek çok başlığa yer verilmiş. Rapor, ilgilenenler için internette ücretsiz olarak erişme açık, ama ben daha fazla iç karartmamak için yeniden sinemaya, Avatar’a dönüyorum. Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en çok izlenen, en çok hasılat yapan filmi olan Avatar ile ilgili benim tespit ettiğim bir başka ilginç durum ise filmin kimsenin en sevdiği film olmaması. Çevremde sinema kurdu diyebileceğim insanlara sorduğumda hiçbiri birinci sıraya Avatar’ı koymazken hepsinin filmi ilk 10 arasında sayıyor olması da ilginç. Sanki bilinçaltımızda yatan ve kendimize dahi itiraf edemediğimiz bir suçluluk duygusunun dışavurumu gibi Avatar sevgimiz.

Tablo Karamsar ama Umutluyuz

Evet, tablo karamsar, ama yine de geleceğe dair umutluyuz, çünkü geç olsa da artık her geçen gün artan bir farkındalıkla insanlar dünyadaki yaşama sahip çıkmaya başladılar. Dün, (15 Şubat 2022) iklimhaber.org tarafından yayımlanan Konda araştırmasının sonuçları, bu farkındalığın ülkemizde de arttığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Halen katetmemiz gereken önemli bir yol olmasına ve tüm eksikliklerimize rağmen ben bu tabloya inatçı bir iyimserlikle bakmaya devam ediyorum. Bugün geldiğimiz noktada artık çok daha avantajlıyız, çok daha kalabalığız ve çok daha güçlüyüz. Yazının başlığında Na’vi dilinde söylediğim gibi, “Bugün güzel bir gün”.

Arif Ergin

Sürdürülebilir Ekonomi ve İklim Değişikliği Uzmanı | Küre