Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü‘nden (PIK) Dr. Prajal Pradhan, tarım ve gıda hakkında konuşulduğunda gıda sistemleri perspektifinden düşünülmesi gerektiğini söylüyor. IPCC’nin İklim Değişikliği ve Arazi Raporu’nun başyazarlarından biri olan Dr. Pradhan’a göre, “Emisyonları azaltmak ve bozuk sistemleri onarmak için gıda sistemlerinde birçok yanıt mevcut.”
Röportaj: Bulut BAGATIR*
Rusya-Ukrayna Savaşı mevcut enerji krizini şiddetlendiriyor ve savaş artık fosil yakıt savaşı olarak da anılıyor. Benzer etkileri gıda bağlamında da görebilir miyiz? Gıda krizine doğru gidiyoruz, diyebilir miyiz?
Gıda hakkında konuşurken öncelikle bütün gıda sistemini anlamamız gerekir. İnsanlar gıda hakkında farklı şekillerde düşünürler; gıda insanlar için tükettikleriyken çiftçiler için ise tarımla ilgilidir. Gıda sistemleri, üretim öncesinden tüketim sonrasına dek tüm süreçleri ve bileşenleri kapsıyor. Gıda üretimi için emek, gübre, tohum ve su gibi çeşitli girdiler gerekli. Gıda üretildikten sonra onu işleyip dağıtmak ve tüketicilere ulaştırmak zorundayız. Ayrıca, gıda tüketildikten sonra üretilen atıkların işlenmesine ihtiyaç var. Gıda sistemleri, üretim öncesinden tüketim sonrasına kadar tüm bu süreç ve bileşenlerden oluşuyor. Bununla birlikte gıda sistemleri iklim, ekosistemler ve sosyoekonomik sistemler gibi diğer sistemlerle etkileşime girdiği için tek başına ele alınamaz. Gıda üretmek için yeterli iklim koşullarına ihtiyaç var. Küresel ısınma ve aşırı hava olayları; örneğin kuraklık, mahsulün bozulmasına neden olabilir. Gıda sistemlerimiz ayrıca iklim değişikliğine katkıda bulunan seragazlarına da neden oluyor.
Küresel seragazlarının yaklaşık üçte biri gıda sistemlerinden ileri geliyor. Gıdamızı karada üretiyoruz veya su kaynaklarımızdan temin ediyoruz. Yani gıda sistemlerimiz ekosistemler ile bağlantılı. Gıda sistemlerimizi sürdürmek için sosyal sermayeye, insan sermayesine ve yatırıma ihtiyacımız var. Gıda sistemlerimiz aynı zamanda temel ekonomik bir faaliyet. Gıda sistemlerinin en temel amacı, herkes için gıda güvencesini sağlamak. Gıda güvencesi ise yıl boyunca tüm insanlar için yeterli besleyici gıdaya sahip olmak anlamına gelir. Şimdi soru şu: “Gıda sistemlerimiz iyi çalışıyor mu?” Rusya-Ukrayna savaşının öncesinde de bilimsel kanıtlar gıda sistemlerimizin bozuk olduğunu vurguluyorlardı. “Neden bozuk?” derseniz burada iki ana nedeni öne sürebilirim.
İlk olarak yaklaşık 800 milyon insanın yarı dolu veya boş mideyle yatağa gittiği bir dünyada yaşıyoruz. Aynı zamanda, yaklaşık iki milyar insan gizli açlıktan ve obezite ile ilgili sorunlardan muzdarip. Ya düşük gıda mevcudiyeti ya da çok fazla ve dengesiz gıda tüketimi sorunumuz var. Bu nedenle insanlar yetersiz beslenmenin üç biçiminden muzdarip: Yetersiz beslenme, gizli açlık ve obezite. İkinci olarak gıda sistemleri, birçok gezegensel sınırı aşmanın arkasındaki ana itici güçlerden biri. Gıda sistemleri, ormansızlaşma ve buna bağlı biyolojik çeşitlilik kaybından sorumlu. Azot ve fosfor gibi kimyasal gübrelerin yoğun ve verimsiz kullanımı sularımızı kirletiyor. Biraz önce bahsettiğim gibi, gıda sistemlerimiz küresel seragazı emisyonlarının yaklaşık üçte birine katkıda bulunuyor. Bu nedenle, mevcut kriz veya çatışmadan bağımsız olarak gıda sistemlerimiz halihazırda bozuk. Ancak bu savaş gıda güvencesindeki sorunları daha da kötüleştirdi.
IPCC’nin İklim Değişikliği ve Arazi Raporu’na göre, arazi insanlar ve iklim değişikliğinin baskısı altında ancak aynı zamanda çözümün de bir parçası olabilir. Bu çözümler neler içeriyor?
Elbette arazi, iklim çözümlerinin bir parçası. İklim değişikliği ve arazi hakkında konuştuğumuzda, temkinli yaklaşmalıyız. Öncelikle iklim krizini çözmek için fosil yakıtlardan kaynaklanan seragazı salımını durdurmalıyız. Fosil yakıt emisyonlarını durdurmadan, Paris’te kararlaştırıldığı gibi 2 derecelik veya 1,5 derecelik hedefe ulaşamayız. Ancak arazi, çeşitli şekillerde iklim çözümlerinin bir parçası olabilir. Örneğin, sürdürülebilir arazi yönetimi stratejileri, topraktaki karbonun tutulmasına yardımcı olabilir. Bu stratejilerden biri, konvansiyonel tarım yerine organik tarımı ve agro-ekolojik uygulamaları teşvik etmek.
Yeniden ağaçlandırma ve sıfırdan ağaçlandırma için arazi kullanılabilir ve bu da çözümün bir parçası olabilir. Bu seçeneklerden bahsederken de dikkatli olmamız gerekiyor. Büyük ölçekli bu uygulamalar, gıda güvencesi üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilir. Gıda güvencesi sorunları göz önünde bulundurulmadan tarım arazilerinin ağaçlandırma için kullanılması da çatışmalara neden olabilir. Arazi, fosil yakıtların yerini alarak biyoenerji üretmek için de kullanılabilir. Ancak bu çözümün de dikkatli bir şekilde ele alınması gerekir.
Oxford Martin School’un araştırmasına göre, küresel karbon emisyonlarının üçte birinden sorumlu olan tarım ve gıda üretimi mevcut emisyon trendlerinde devam ederse yüzyılın sonuna kadar tarım sektörü tek başına 2 derecelik ısınmaya neden olabilir. Bunu önlemek için ne değiştirilmelidir? Hangi politikalara ihtiyacımız var?
Tarım ve gıda hakkında konuştuğumuzda, gıda sistemleri perspektifinden düşünmeliyiz. Seragazı emisyonlarını azaltmak ve bozuk sistemleri onarmak için gıda sistemlerinde birçok yanıt mevcut. Gıdayı daha sürdürülebilir bir şekilde üretmek için örneğin tarımsal girdilerin optimum kullanımı, daha organik bazlı gıda üretimi ve mahsul verim açıklarını kapatmak için müdahale seçenekleri var. Gıda dağıtım sistemlerimiz de böylelikle daha sürdürülebilir olacaktır. Tedarik zincirlerinin kısaltılması, gıda taşımacılığından kaynaklanan seragazı emisyonlarını azaltacaktır.
Tüketim alışkanlıklarımız da önemli. Örneğin, hayvansal gıdalar, bitki bazlı gıdalardan daha fazla seragazı yayar. Dolayısıyla aşırı tüketimi sağlıksız olan hayvansal gıdaların tüketimini sınırlandırmalıyız. Bu herkesin vegan veya vejetaryen olmasını gerektirmiyor. Yine de mesele hayvansal gıdaların ölçülü miktarda veya sağlık rehberliğinde tavsiye edilen miktara göre tüketilmesi. Birçok yüksek gelirli ülkede ve bazı orta gelirli ülkelerde hayvansal gıdaların tüketimi önerilen değerlerin üzerinde. Hayvansal gıdaların aşırı tüketimi azaltılmalı ve meyve-sebzeler, kuruyemişler, baklagiller ve tam tahıllar gibi bitki bazlı gıdalar daha çok tüketilmeli. Bu nedenle, beslenme biçimlerimizi daha sürdürülebilir olanlara dönüştürmek çözümün bir parçası. Halihazırda üretilen gıdanın üçte biri ya israf ediliyor ya da kayboluyor. Böylelikle gıda kaybı ve israfının önlenmesi, gıda sistemlerimizden kaynaklanan seragazı emisyonlarını da azaltır. Yetersiz altyapı nedeniyle hasat, işleme, nakliye ve gıda depolama sırasında gıda kaybı meydana geliyor. Uygun altyapının oluşturulması, çoğunlukla düşük veya orta gelirli ülkelerde meydana gelen gıda kaybını da azaltabilir. Perakende ve tüketici seviyelerinde atılan yiyecekler, gıda israfı olarak biliniyor. Yüksek gelirli ise ülkeler gıda israfında büyük paya sahip. Seçenekleri gıda sistemlerinden kaynaklanan emisyonlarla mücadele etmek veya azaltmak için kullanabiliriz. Seçeneklere de bağlı olarak, hedeflenen politikayı formüle edebiliriz.
İklim krizi bağlamında ne tükettiğimiz mi yoksa tükettiğimiz ürünün nereden geldiği mi daha önemli?
Her ikisine de ihtiyacımız var: İlk olarak beslenme biçimlerimiz ve tüketim alışkanlıklarımız önemli. Hayvansal gıdaları yakın çevrede üretsek bile daha fazla tüketirsek çevreye zarar veririz. Bu nedenle hayvansal gıdaların tüketimini önerilen değerle sınırlandırmalıyız. Evimizin yanında üretilen eti yiyip yemediğimiz önemli değil. Asıl olan sürdürülebilir ve sağlıklı beslenmek. İkincisi, gıda kilometresi, yani gıdanın taşındığı mesafe de önemli. Ürünlerin nakliyesi sırasında seragazı emisyonları meydana geliyor. Gıda tedarik zincirimizi kısalttığımızda, gıda kilometresini de azaltabilir ve gıda taşımacılığından tasarruf edebiliriz. Mümkün olduğunca yerel ve bölgesel gıdaları tüketmek gezegenimiz için daha iyi sonuçlar verebilir. Mevsimlik ürünleri de dikkate almalıyız. Fosil enerjiden gelen elektriği kullanarak uzun süre depolanan yerel ve bölgesel yiyecekler de uzun mesafelere taşınan mevsimlik yiyeceklere benzer veya daha yüksek miktarda seragazı yayabilir. Daha fazla yerel, bölgesel ve mevsimlik gıda tüketmemiz gerekiyor.
Kentler bu konuda nasıl bir rol oynayabilir? Bu alanda nasıl kolaylaştırıcı olabilirler?
Kentler tüm sürdürülebilirlik tartışmaları açısından çok önemli çünkü artık dünya nüfusunun %50’den fazlası kentlerde yaşıyor. 2050 yılına dek dünya nüfusunun üçte birinden fazlasının kentlerde yaşayacağı hızlı kentleşme aşamasındayız. Bu bağlamda sürdürülebilirlikten bahsederken sürdürülebilir kentsel dönüşümü de düşünmek zorundayız. Bu bağlamda da kentler gıda sistemi dönüşümünde kilit rol oynuyor. Tüketim tarafında da kentler, sürdürülebilir ve sağlıklı beslenmeyi teşvik etmede kilit bir rol oynuyor. Bununla birlikte, özellikle kentsel ve kent çevresi tarımı sürdürülebilir gıda üretiminde önemli bir role sahip. Şu anda giderek daha fazla insan kentsel tarıma, örneğin kentsel bahçelere, çatı tarımına ve topluluk destekli tarıma ilgi duyuyor.
Kentsel tarım, büyük miktarda gıda üretemeyebilir. Bununla birlikte, başka birçok sosyal fayda ve ekosistem hizmeti sağlarken biyolojik çeşitliliği de destekler. Kentsel tarımın aynı zamanda gıda sistemlerinin dönüşümü için çok önemli olan üreticiler ve tüketiciler arasında yeniden bağlantı kurmaya yardımcı olduğunu düşünüyorum. Böylelikle kentler, sürdürülebilir ve sağlıklı beslenmeyi, yerel, bölgesel ve mevsimlik yiyecekleri ve sürdürülebilir kentsel ve kent çevresi tarımını teşvik ederek kilit bir rol oynayabilir.
*Bu röportaj “SDSN Türkiye’nin katkılarıyla” hazırlanmıştır.