Ekoloji açısından 2012’nin en iyi ve en kötülerini sorduk bu sayıda konunun uzmanlarına, aktivistlere ve dostlarımıza. Bana sorsalar, herhalde ben de zorlanırdım bir seçim yapmakta. Ancak yanıtlara toptan baktığımda, aslında aklımıza bir anda gelmeyen ama hiç de ilginç olmayan bir saptamaya gelip dayandım.
2012’nin dünyadaki en kötü gelişmeleri konusunda açık ara birinci olan doğal felaketler. Ama bir başka bakış açısıyla, bunların hiçbiri “doğal” felaketler değil. Sözgelimi Sandy Kasırgası, bir doğal felaket ama insan eliyle yaratılan İklim Değişikliği’nin doğal bir sonucu. Ya da Filipinler’de onlarca can alan Bopha Tayfunu. Okyanusların daha fazla ısınmasından doğan, olağanın üstünde bir güç, etki ve çapa sahip olan bu fırtınalar için doğal felaket demek zor galiba.
İşin kilit kelimesi sanırım “doğal”. Üniversitede sosyoloji eğitiminin daha ilk başında söylenen bir cümle aklımda yankılanıp duruyor. “Nothing is normal; nothing is natural” yani “Hiçbir şey normal ve doğal değildir”. Bir sosyal bilinci, insanların işin içinde olduğu hiçbir süreci olağan kabul etmez. Doğal olan gök gürültüsüdür, yağan yağmurdur, yağmurun ertesinde açan güneş ve gökkuşağıdır.
Ama bu temel saptama bile, bugünün dünyasına uymuyor çünkü ne yağan yağmur artık normal ve doğal, ne de tüm Karayipleri ve Kuzey Amerika’yı yakıp yıkan Sandy Fırtınası. Hepsi ama hepsinde insan elinin izlerini bulmak mümkün artık.
Sorularımızı yanıtlayan akil insanların 2012’nin en iyi olayları konusunda da neredeyse bir fikir birliği var: Tüm bu kötü gidişe, gezegenin geleceğini yokeden gelişmeler karşı harekete geçen insanlar, STK’lar, artan farkındalık ve bilinç. Gerçekten de, hem dünyada hem de Türkiye’de, her geçen gün daha çok sayıda insan, bu sorunun farkına varıyor, harekete geçiyor, daha da ötesi örgütleniyor. Bu küçücük bir yerel çevre örgütünden, bir bireyin kendi başına arka bahçesinde yaptığı kent bahçesinden başlayan ama Birleşmiş Milletler gibi devasa yapılara kadar uzanan kapsamlı bir silsile…
Ama işin bir başka tarafı daha var. İnsanların farkındalığını ve kalabalıklaşmasını, 2012’inin en iyi gelişmeleri olarak –benim de son derece katıldığım üzere- kabul etmemize karşın, en kötü gelişmeler arasında, siyasetçilerin, kamu yöneticilerinin, kısacası siyasi iradelerin bu konudaki kekemeliği, yavaşlığı ve konformizmleri sayılıyor.
Bu iki saptama veya eğilimi birlikte düşündüğümüzde, sivil toplumun bağrından doğan kurumların sesinin siyasi iradeye yansıması konusunda önemli bir sorun yaşadığımızı söylememek mümkün değil. Yurttaşların siyasi iradeyle olan uyumsuzlukları, aslında sadece sürdürülebilirlik ve ekoloji değil, tüm kamusal tartışmalar için geçerli bir sorun. Tüm bir Arap Baharı silsilesi, bu tür sorunların zamanında ve demokratik yollarla çözülmediğinde, ne kadar büyük çatışmalar yarattığının kanıtı aslında. Aynı şekilde, İklim Değişikliği ile mücadele etme konusunda isteksiz ve donanımsız siyasi yapıların ne kadar büyük zorluklarla karşı karşıya kalacaklarını da çok geçmeden görmeye başlayacağız, hiç kuşkunuz olmasın.
Tabii bu konuda, yurttaşların uzun vadeli çıkarlarını temsil eden sivil toplum kuruluşlarının da kendi duruşlarını, bakış açılarını ve aksiyonlarını gözden geçirmeleri gerekiyor. Gerçek ve şeffaf iletişim kanallarının yaratılması, siyasi iradelere teslim edilemeyecek kadar önemli bir konu ve daha da önemlisi, gerçek değişimler yukarıdan değil, aşağıdan gelir.
2013’ün, bütün bu sorunların çözümünde mesafeler kat edildiği bir yıl olması dileğiyle…
Yazı: Barış Doğru
EKOIQ Dergisi Ocak 2013 Sayı: 25