Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisi Direktörü Numan Özcan, işsizliğin önemli bir problem olduğu günümüzde, yeşil işlerle birlikte istihdam alanlarının genişleyeceğine, insana yakışır işlerin oluşacağına ve yeşil büyümenin insan kaynağının gelişimine katkı sağlayacağına inandıklarını belirtiyor.
Greta Thunberg’in önayak olduğu Küresel İklim Eylemi ile birlikte uluslararası ve özellikle Türkiye’deki sendikaların iklim krizine dair daha net bir söylemde bulunduğuna şahit olduk. Sendikalar iklim eylemine katkılarını nasıl artırabilir?
ILO olarak BM içerisinde işçi ve işverenlerin hükümetlerle birlikte eşit söz hakkına sahip olduğu tek ve benzersiz bir yapıdayız. Sosyal ve ekonomik ilerlemenin sağlanmasında hükümetlerle işveren ve işçi kuruluşlarının işbirliği, ILO’nun çalışmalarını belirleyen en önemli unsurlardan biri. Ulusal ölçekte iklim değişikliğini göz önüne alan politikaların geliştirilmesinde ve uygulanmasında, ILO’nun kendi içindeki ve Türkiye’nin de aralarında olduğu 187 üye ülke arasındaki bu üçlü yapısı, karar alma mekanizmalarındaki etkisi bakımından kritik öneme sahip. Uzmanlık alanımız olan çalışma yaşamı, şüphesiz küresel kalkınma beklentilerini tehdit eden iklim değişikliğinin etkilerinden muaf değil. Bizler de ILO Türkiye ofisi olarak, iklim değişikliği ile ilgili çalışmalarımızı Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ile birlikte 2008 yılında hazırlanan Yeşil İşler Raporu’nda ele almaya başladık. Yeşil ekonomi, sosyal eşitliği ve toplumsal refahı artıran ve aynı zamanda çevresel riskleri ve ekolojik kıtlıkları önemli ölçüde azaltan bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. Yeşil işler ise; tarım, üretim, araştırma ve geliştirme, idari işler ve hizmetler ile ilgili sektörlerde, çevrenin korunmasına ya da çevre kalitesinin artırılmasına katkı sağlayan işlerdir.
Yine ILO tarafından 2018 yılında yayımlanan “Dünya Ekonomik ve Sosyal Görünüm Raporu” (World Employment and Social Outlook, WESO) ve bu yıl yayımlanan “Daha Aydınlık Bir Gelecek için Çalışmak” raporlarında da dikkat çektiğimiz gibi, tüm çalışanların ekonomik kalkınmadan adil pay alması ve insana yakışır işleri herkes için mümkün kılmak için toplumsal sözleşmenin canlandırılması büyük önem taşıyor. Bunun için de insana yakışır ve sürdürülebilir işlere yatırımların artırılması ve tüm hükümetlere, çalışma hayatının geleceği konusunda kendi ulusal stratejilerini çalışan ve işveren örgütleri ile sosyal diyalog içerisinde geliştirmeleri çağrısında bulunuyoruz.
“Adil geçiş” tartışmalarında da sıkça adı geçen insana yakışır iş kavramını kısaca açıklar mısınız?
İnsana yakışır iş, üretken ve adil bir ücret getiren, işyerinde güvenli ve ailelere sosyal koruma sağlayan, kişisel gelişim ve toplumla bütünleşme açısından daha iyi fırsatlar sunan, insanların kaygılarını serbestçe dile getirme özgürlüğüne sahip oldukları, örgütlenerek yaşamlarını etkileyen kararların alınmasına katılabildikleri, tüm insanların eşit fırsatlardan yararlanıp eşit muamele gördükleri işlerdir.
Özellikle Türkiye’de yeşil işler konusunda neredeyiz?
Yeşil işler, ekosistemler ve biyoçeşitliliğin korunmasında rol oynadığı gibi, enerjinin, suyun ve kullanılan materyallerin de azaltılmasını sağlıyor. Genel anlamda her türlü atık ve kirliliğin oluşumunun en aza indirilmesine yönelik tasarlanan işlerden bahsediyoruz. Yeşil işler, aynı zamanda insana değer veren, düzgün maaş sağlayan, işçi haklarının yanı sıra, iş sağlığı ve güvenliğini de gözeten ve iyi kariyer imkanları sunan, insana yakışan işlerdir.
Yeşil büyüme, dengeli bir ekonomik, sosyal ve çevresel kalkınmanın güdümünde çevrenin korunması ve kaynakların dengeli kullanılmasına öncelik veren, sosyal refahı artıran, insan odaklı bir büyüme modeli olarak da karşımıza çıkıyor. Gün geçtikçe yeşil büyümeyle birlikte çevrenin korunmasına ilişkin politikaların ekonomiye ve istihdama olumsuz etkilerinin olacağı düşüncesi, bu politikaların ülke ekonomilerindeki yapısal dönüşümü sağlayacak önemli araçlar olabileceği yönünde değişmeye başladı.
Hatta işsizliğin önemli bir problem olarak karşımıza çıktığı günümüzde, yeşil işlerle birlikte istihdam alanlarının genişleyeceğine, insana yakışır işlerin oluşacağına ve yeşil büyümenin insan kaynağının gelişimine katkı sağlayacağına inanıyoruz. Ülkemizde ise henüz yolun başındayız. Dünyada bu konunun gündemde giderek daha çok yer edinmesiyle birlikte ülkemizde de yeşil ekonomi ve yeşil iş kavramlarının giderek daha çok önem kazandığını gözlüyoruz. Örneğin ülkemizde kayda değer miktarda bulunan yenilenebilir enerji potansiyelinin henüz yalnızca küçük bir kısmının kullanıldığı açık. Diğer yandan, ülkemizde kalkınmanın en önemli girdilerinden elektrik üretiminde kullanılan kaynaklar arasındaki doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtların da büyük bir kısmını dışarıdan ithal ediyoruz. Bu nedenle enerji üretiminde yenilenebilir kaynakların kullanımını da içeren sürdürülebilir politikaların geliştirilmesine ihtiyacımız var.
Diğer yandan, Türkiye’nin çalışma çağındaki nüfusunun 2020 yılına kadar her yıl 800 binin üzerinde artmaya devam edeceği düşünüldüğünde, işsizlik oranının yüksek ve çalışan nüfusun artmakta olduğu Türkiye’de, yeni ve kaliteli iş alanlarının yaratılması gerekliliğini öngörmek, kahinlik sayılmaz. Kısacası yeşil işler ve ekonomiye hem politika yapıcıların, hem işverenlerin, hem de çalışanların ihtiyacı var diyebiliriz. İşveren ve işçi sendikalarının bu konuya giderek daha çok ilgi gösterdiğini sevinerek görüyoruz. Türkiye’de tüm sosyal ortakların gündemlerinde yeşil işlerin yer alması için ILO olarak elimizden gelen tüm katkıyı sunmaya hazırız.
ILO’nun 2018 yılında yayımladığı bir analize göre çeşitli sektörleri kapsayan bir dönüşüm ve yenilenebilir enerjiye geçiş, 2030 yılına gelindiğinde 18 milyon ek iş yaratma kapasitesine sahip. Bu konuda harekete geçmemesi nedeniyle eleştiriler alan Türkiye’deki sendikalar ve özel sektör, adil geçiş konusuna sizce nasıl yaklaşıyor?
Paris Anlaşması’nın küresel ısınmadaki artışı 2 derecenin altında tutma hedefi, dünya ekonomisinde 18 milyon kişiye yeni iş imkanı sunabilir. Bu net iş artışı yaklaşık 24 milyon yeni iş yaratılmasına ve 2030 yılına kadar 6 milyon iş kaybına neden olabilir. Bu değişimin, fosil yakıtlara yatırımların azalmasının yanı sıra yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine yönelik yatırımlardaki (örneğin enerji verimliliği yüksek binalar) yükselişten kaynaklanması öngörülüyor.
Küresel düzeyde böyle bir istihdam artışı potansiyeli aynı zamanda endüstriler arasındaki bağların yeniden ele alınmasını gerektiriyor. İşte bu noktada her zaman vurguladığımız sosyal diyalog, çok değerli. İstihdam ve şartlarıyla ilgili farkındalık oluşturma, standartlar belirleme ve bunların uygulanması konusunda sosyal diyaloğun önemli olduğuna inanıyoruz. Ekonomik ve sosyal adaleti sağlamak için tüm sosyal ortakları içeren, kapsayıcı politikalar geliştirmeliyiz.
İstihdamın yeniden tahsisini gerektireceğinden, ilgili herkes ve özellikle işçileri korumak ve geçişin adil olmasını sağlamak için tamamlayıcı politikalara dayanarak adil geçişi sağlayacak politikaları sosyal diyalog vasıtasıyla geliştirmeliyiz. Bu politikaları geliştirmek üzere gereken adil bir geçiş ise, insanın doğadan üstün değil, doğanın bir parçası olduğu yaklaşımına dayanır. Bu, gerçekleştirdiğimiz tüm ekonomik ve sosyal eylemlerin uzun vadeli ve makro sonuçlarını göz önünde bulundurarak, doğayı ve insanı birlikte korumak anlamına gelir. 2017 yılında kurulan “Çalışma Hayatının Geleceği Küresel Komisyonu”nda Türkiye de dahil, 110 farklı ülkede yapılan ulusal diyalog toplantılarının çıktılarını değerlendirdik ve Türkiye’deki sosyal tarafların tümünün yaklaşımlarını adil geçiş önerilerini derlediğimiz raporlara yansıttık. 2015 yılında yayımlanan “Herkes için Çevre Açısından Sürdürülebilir Ekonomi ve Toplumlara Doğru Adil bir Geçiş için Yönergeler” ve “Daha Aydınlık Bir Gelecek için Çalışmak” raporları bu kapsamda hazırlandılar.
Size göre bu öneriler arasında en önemlisi nedir?
Öncelikle sosyal diyalog. Herkes için insana yakışır iş ve istihdam olanakları yüksek, sürdürülebilir bir ekonomiye geçiş için sosyal diyalog olmazsa olmaz. Yeşil bir ekonomi ve kapsayıcı politikaları uygulama aşamasında ise:
- Tüketimi yönlendiren makroekonomik politikalar geliştirmek ve yatırımlara yönlendirmek,
- Çevresel koruma için sektörel politikalar ve yönetmelikler geliştirilmesi,
- İstihdama odaklanan sosyal ve çalışma politikaları, sosyal koruma, eğitim ve becerilerin geliştirilmesi gündeme alınabilir.
Polonya’nın geçtiğimiz yıl COP24’te yayımladığı Silesya Deklarasyonu, adil geçişi gündeme almaktan ziyade, iklim değişikliğine karşı hızlı ve güçlü bir şekilde verilen mücadeleden zarar görecek toplumsal kesimler olduğu argümanını kullanarak ve aslında bu kavramı istismar ederek iklim değişikliği ile mücadeleyi yavaşlatmak ile itham edilmişti. Görüyoruz ki adil geçiş kavramının kullanımı her zaman iklim krizi lehine olmuyor. Bu kavramın içinin boşaltılması nasıl engellenebilir?
COP24’te yayımlanan Silesya Deklarasyonu, ILO’nun 2015 yılında yayımlanan “Herkes için Çevre Açısından Sürdürülebilir Ekonomi ve Toplumlara Doğru Adil bir Geçiş için Yönergeler” raporuna atıfta bulunuyor. Adil geçiş, sosyal ortakların tümünün katkı ve çalışmalarıyla oluşturulmuş bir kavram olduğundan, kolaylıkla içinin boşaltılabileceğine inanmıyoruz. İklim değişikliğinin çalışma yaşamına etkisi tartışmasız görülüyor.
Örneğin ILO’nun bu yıl yayımladığı “Sıcak bir Gezegende Çalışmak: Isı Stresinin Üretkenlik ve İyi İşler Üzerindeki Etkisi” (Working on a warmer planet: The effect of heat stress on productivity and decent work) başlıklı raporunda ısı stresinin insan üzerindeki, dolayısıyla çalışma yaşamındaki etkilerine dikkat çekiliyor. Isi stresi, vücudun fizyolojik bozulma olmadan tolere edebileceğinden fazla alınan ısı anlamına geliyor. Genellikle 35 derece üzerinde sıcaklıklarda, yüksek nemde meydana geliyor. Çalışma esnasında aşırı ısı, iş sağlığı riski oluşturuyor; çalışanların fiziksel işlev, yetenek ve kapasitelerini kısıtlıyor ve dolayısıyla verimliliği sınırlıyor. Aşırı durumlarda ise, ölümcül olabilecek sıcak çarpmasına neden olabiliyor. Bu da şüphesiz çalışma yaşamındaki verimi etkileyen bir faktör olarak ortaya konuyor.
Yine bu rapora göre dünya genelinde en olumsuz etkilenmesi beklenen sektör ise tarım. Dünyada 940 milyon kişi tarım sektöründe çalışıyor. 2030 yılı itibarıyla dünyada kaybedilen çalışma saatlerinin %60’ının ısı nedeniyle olacağı tahmin ediliyor. İnşaat sektörü de çok ağır etkilenecek; aynı yılda kaybedilen çalışma saatlerinin %19’u da inşaat sektöründe olacak. Özellikle risk altında olan diğer sektörler ise çevre malları ve hizmetleri, atık toplama, acil hizmetler, tamir işleri, ulaştırma, turizm, spor ve bazı imalat işlerini içeriyor. Kısacası ısı stresinin ekonomik, sosyal ve sağlık etkileri, yoksullukla mücadeleyi ve insani gelişmeyi zorlaştırabilir.
Isı stresinin etkilerinden korunmak için neler yapılabilir?
Isı stresinin üretkenlik ve iyi işler üzerindeki etkisinden korunmak için, sosyal diyalog ekseninde ve tabii en savunmasız işçi gruplarını da göz önünde bulundurarak, işsizlik koruma sistemleri, nakit transferi programları gündeme alınabilir. Bu programlar beceri geliştirme ve işe yerleştirme programlarıyla birlikte bütünlüklü olarak ele alındığında iklim değişikliği nedeniyle yaşanabilecek iş kayıplarının azaltılmasında ve işlerini kaybedenlerin yeni işlere yerleştirilmesinde rol oynayabilir. Diğer yandan kamu istihdam programları ve ekosistem hizmetleri ödemeleri de değerlendirilebilir. Bu programlar, iklim değişikliğinin çalışanların ve ailelerinin ücretleri üzerindeki etkisini azaltıyor ve sağlık, eğitim ve diğer hizmetler yoluyla çalışanları koruyor.
İklim değişikliğinin işgücü piyasaları üzerindeki etkileri ile mücadelede en öne çıkan unsurları özetleyebilir misiniz?
İklim değişikliğinin işgücü piyasaları üzerindeki etkileri ile mücadelede, sos- yal diyalog, istihdam ve meslekte ayrımcılığın önlenmesi ve iyi yönetişim, adil ve etkin bir geçişin sağlanması için olmazsa olmaz koşullar olarak ön plana çıkıyor. ILO olarak, iklim değişikliğinin getirdiği zorluklar, ILO’nun yeni “Çalışma Yaşamının Geleceği Yüzüncüyıl Bildirgesi”nin de ana odağında yer alıyor ve ILO’nun faaliyetlerini ve araştırma gündemini biçimlendiriyor. Bu konuda gerek sosyal diyaloğun geliştirilmesi, gerek çalışma yaşamındaki tüm tarafları içeren etkilerin ölçümlenmesi ve buna uygun politikalar geliştirilmesi konusunda çalışmalarımızı azimle sürdürmeye devam edeceğiz.