Fatma Gül Altındağ, Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan “Çevre Politikası için Bilim” bülteninin “Çevresel değişikliğe karşılık olarak göç” başlıklı tematik sayısını derinlemesine inceliyor…
Fatma Gül ALTINDAĞ
Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan “Çevre Politikası için Bilim” bülteninin 51.sayısı, “Çevresel değişikliğe karşılık olarak göç” (Migration in response to environmental change) başlığıyla Eylül ayında yayınlandı. Kasım sayısının hazırlıklarını yaptığımız Ekim ayında yazıyı yayına hazırladığım dönemin Ankara haberleriyle kesişmesi nedeniyle bu tematik sayıyı sizlerle buluşturmam Aralık sayısına kaldı. Hayatını kaybeden insanların birer birer sayıya çevrilmesinin utancıyla yüzleşmeye çalışırken, Beyrut, Paris, Silvan’da ardı ardına gelen kötülüklerle, kendimizi devam eden dev faciaları takip etmeye çalışırken bulduk. Kötülüğümüz, bizleri bu sefer utancımızı, üzüntümüzü hak geçirmeden sıraya koymaya çalışmayla sınadı.
İçimizde taşıdığımız bu bir çeşit “Heathcliff kötülüğü” kendini bireysel, ailesel, kitlesel ya da “gezegensel” olarak gösterebiliyor. Faydalı herhangi bir konuda sergilemekte çok büyük zorluk çektiğimiz kolektif bir hareketle, herkese ve her şeye rağmen sürdürdüğümüz “Her şey benim için” duruşumuzun getirdiği iklim değişikliği, tüm gezegenin dengesinin şaşmasına neden olması nedeniyle kötülük listemizde yerini “gezegensel kötülük” olarak almaya hak kazanıyor.
Gezegensel kötülüğümüz iklim değişikliği ile göç arasındaki ilişkinin araştırıldığı sayının editörlüğünü daha önce Oxford Üniversitesi’nde göçmen konuları ile ilgili çalışmalar yapmış Profesör Roger Zetter üstlenmiş. “Editörden” bölümünde göç ve iklim değişikliği arasındaki ilişkinin araştırılmasının neden mühim olduğuna değinen Zetter, özellikle yoksul ülkelerde kuraklık, deniz seviyesinin yükselmesi, seller ve fırtınalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığının ve şiddetinin artmasıyla göç akımlarında da artış olduğunun altını çiziyor. Bu olayların orada yaşayan insanlar için yalnız altyapının ya da evlerin hasar görmesi anlamına gelmediğini, aynı zamanda direkt ya da dolaylı olarak insanları, bir şekilde yer değiştirmeye zorladığını anlatıyor. Durumun vahametini ortaya koymak için, bizlere evleri artık birer sayıdan ibaret olmuş, hatta üçün beşin hesabı yapılmadan, hikayeleri, yuvarlatılmış sayıların içinde kaybolmuş insanları hatırlatıyor. 2010 yazında Pakistan’da ve 2010 Mayıs ayında Çin’de meydana gelen şiddetli seller nedeniyle iki ülke için de 10’ar milyondan fazla insanın göç ettiğinin raporlarda yer aldığını söylüyor.
Öte yandan sadece 2014 yılında 12 bin 700’den fazla insan deprem, kasırga ya da şiddetli diğer doğal felaketler ve insan eliyle gerçekleşen felaketler sonucu hayatını kaybetmiş ya da kaybolmuş. Burada 2.000 kişinin evinden olduğu Zimbabwe’de, çöken barajın dahil olduğu insan eliyle gelen felaketler ve deniz felaketlerinin 2.118 kişiyi etkilediği iddia ediliyor.
Malavi’de Sel 330 Bin İnsanı Yerinden Etti
Rogger Zetter, çevresel değişiklik ile göç arasındaki ilişkinin araştırılmasının çok önemli olduğunu söylerken bu ilişkinin ne kadar karmaşık olduğunun da özellikle altını çiziyor. Genellikle ekonomik, sosyal ve politik olarak katmanlı nedenleri olan göç hareketi incelenirken, kalkınma ya da demografik değişiklikler kadar çevresel değişiklik de vurgulanıyor. Çevresel değişiklik nedeniyle meydana gelen göç de aynı ülke içinde ya da başka bir ülkeye, gönüllü olarak ya da göçe zorlanarak, geçici göç ya da kalıcı göç olarak kendi içinde sınıflandırılıyor. Zorunlu göç, Tsunami, sel gibi çevresel facialar ya da devlet zorlamasıyla gerçekleşebildiği gibi, Fas, Cezayir, Tunus, Somali ve Mısır’da olduğu gibi kuraklığın tarım üzerindeki uzun dönem etkileri nedeniyle yavaş yavaş gerçekleşen çevresel bozulma nedeniyle kademeli olarak da gerçekleşebiliyor.
Örneğin tamamı iklim değişikliği ile ilişkilendirilmemiş olsa da 2010 yılında meydana gelen aşırı hava olayları nedeniyle 320 milyondan fazla kişi etkilenmiş. Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu’nun (IFRC) 2013 Dünya Felaketleri Raporu’na göre 2010 yılında kaydedilen bu rakam, içinde bulunduğumuz yüzyıl için en kötü rekor olarak kayıtlarda yerini almış. Başka bir örnek ise Ocak 2015’te Malavi’de şiddetli yağışların neden olduğu sel: UNICEF’e göre Malavi’de yaşanan sel, 330 binden fazla insanın yer değiştirmesine neden oldu.
Ekonomist Nicholas Stern’in, İngiliz Hükümeti tarafından yayınlanan “2006 İklim Değişikliğinin Ekonomisi üzerine Stern Görüşü” (2006 Stern Review on the Economics of Climate Change) raporunda ise çok tartışma yaratmış bir görüş yer alıyor: Stern’in öngörüsüne göre, 2050 yılında yaklaşık 200 milyon insan, iklim değişikliği yüzünden yerlerinden olacak. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ise iklim değişikliğinin göç akımlarını üç şekilde etkileyeceğini öngörüyor. Bunlardan ilki, ısınmanın bazı bölgelerde tarım verimliliğini azaltması ve temiz su, bereketli toprak gibi ekosistem hizmetlerinin az bulunmasına sebep olması nedeniyle yaşanacak olan göç. İkincisi, özellikle tropikal bölgelerde aşırı yağış nedeniyle yaşanacak ani sel ya da akarsu taşmaları gibi uç hava olaylarının artması nedeniyle insanları kitlesel olarak yer değiştirmeye itecek olan göç. Üçüncüsü ise deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle seviyenin altında kalan yaygın sahillerin yok olması üzerine milyonlarca insanı yer değiştirmek zorunda bırakacak olan göç.
Avrupa Sular Altında
Çevresel göç, ununu elemiş eleğini asmış, en büyük korkusu göçmen almak olan Avrupa’da, tahmin edilebileceği gibi dikkat isteyen konular arasında çoktan yerini almış durumda. Avrupa Komisyonu, çevresel nedenlerin tetiklediği göçün, kapsamlı bir göç politikası içinde değerlendirilmesi gerektiğini hatırlattığı için editör Rogger Zetter, Avrupa devletlerinin, gelecek olan hızlı çevresel değişikliğin farkında olduklarını söylüyor ve ekliyor, “farkındalar ama bizi gerçekte nasıl bir çevresel değişiklik bekliyor?”
IPCC, yayınladığı beşinci değerlendirme raporunda, deniz seviyesinin 2100 yılında 26 ve 82 santimetre arasında yükseleceğini öngörüyor. İngiliz Meteroloji Ofisi ve çok sayıda Avrupalı araştırmacı ise 2100 yılında deniz seviyesinde gerçekleşecek yükselmenin düşük olasılıkla üst sınır olarak 180-190 santimetre olabileceğini söylüyor. Orta seviyenin altındaki ısınma senaryolarında, pek çok modelin söylediği, 2050 yılında Kuzey Afrika ve Güney Afrika’nın orta kısımlarında yağışın doğal ortalamadan daha az seviyede olacağı.
2100 yılı itibarıyla bu senaryolardan biri bile gerçekleşecek olsa, deniz seviyesinde gerçekleşecek 2 metrelik bir artış Avrupa’nın geniş alanlarını, Venedik’i içine alan Kuzey Akdeniz bölgesini, İngiltere ve Hollanda gibi Kuzey Deniz çevresini su basacağı yani insanları göçe zorlayacağı anlamına geliyor. Bu nedenle de çevre nedenli göç için olası göç politikası alternatiflerinin bir tipolojisi Avrupa Komisyonu personeli tarafından çalışma belgesi olarak ayrıntısıyla planlanmış. Bu plan, engellemeyi, uyum sağlamayı, yerleştirmeyi ve insanların gelecekteki akışının yönetimini kapsıyor. Tüm bunların arasında da göçün engellenmesi ve göçün hesaba katılması kendi başına bir uyum stratejisi olarak yer alıyor.
Felaketlere ve iklim değişikliğinin diğer etkilerine karşı dayanıksız bölgelerde yaşayan insanların sayısının artması nedeniyle, bu etkilere alışma ve cevap verme için gelecekte belirlenecek stratejilerinde göç ile birlikte planlı yer değiştirmenin de önemli bir rolü olacağı belirtiliyor. Böylece üye ülkeler, etkilenecek nüfusu korumak için kendi potansiyel politikalarını belirleyebilecekler. Ulusal yeniden yerleştirme rehberleri, Avrupa Komisyonu’nunfonladığı çok ortaklı, sınır ötesi yer değiştirme için yasal geçit adreslemeyi amaçlayan bir proje dahilinde çalışıyor. Proje, Birleşmiş Milletler Göçmenler Yüksek Komisyonu (UNHCR), Norveç Göçmen Konseyi/Ülke İçi Yer Değişim Gözlem Merkezi (NRC/IDMC) ve Nansen İnisiyatifi’ni bir araya getirmeyi amaçlıyor.
Tematik Sayıda Neler Var?
Tematik sayıda yer alan çalışmalar, çevresel göçün nedenlerini araştıran ve gönüllü ya da zorunlu yer değiştirmeler için Avrupa’ya politika seçenekleri sunan araştırma ve kanıta dayalı rapordan oluşuyor. Kaynak aynı zamanda, çevresel göçler için insan haklarının durumunu da araştırıyor.
“İnsan göçünün çevresel değişiklik kapsamında birbiri ile ilişkili etmenlerini keşfetmek” (Exploring interlinked drivers of human migration in the context of environmental change) başlıklı ilk çalışmada, araştırmacılar göçün Zetter’ın da bahsettiği karmaşık nedenlerini inceliyor. Bu araştırmada insanların kalmak ya da gitmek arasında karar verirken onları etkileyen beş etmenden bahsediliyor: Ekonomik, sosyal, politik, demografik ve çevresel. Araştırmacılara göre çevresel değişiklik, “Çevresel” ana başlığını direkt, geri kalan başlıkları dolaylı olarak etkiliyor ve nihayetinde tüm ana etmenleri etkilemiş oluyor. Bu yüzden de araştırmacılar, bilginin geliştirilmesi, politika imkanlarının değerlendirilmesi ve gelecekteki adımların belirlenmesinde bu çerçevenin kullanılması gerektiğini vurguluyor.
İklim “Tutsak”ları
“Aşırı çevre olayları ve insan göçü: Basit bir ilişki değil” (Extreme environmental events and human migration: no simple link) başlıklı makalede ise, çevresel göçün sebepleri özetleniyor. Araştırmacılar, aşırı hava olayları ile nüfusun hareketi üzerinde ulaşılabilir delilleri gözden geçiriyor ve “hareketsizlik” kavramını ortaya atarak, politikalar için bu kavramın da konuyla ilişkisine değiniyorlar. “Hareketsizlik” ile kastettikleri, tutsak bırakılmış nüfuslar. Aşırı hava olaylarına dayanıksızlık ve hareket kabiliyetinin sosyal, ekonomik ve politik sermaye ile ilgisi olduğunu söylüyorlar. Düşük gelir seviyesinden orta gelir seviyesine kadar, insanlar felaketler sırasında evlerinde “tutsak” kalıyor ya da bir felaket sonrasında yer değiştirdiklerinde dayanıksızlıkları artıyor. Çevresel değişiklik yavaş bir başlayış gösterdiğinde, yoksul insanlar ya geçim kaynaklarını çeşitlendiremedikleri için “tutsak” kalıyor ya da göç edecek kaynakları ya da kapasiteleri olmadığı için yine “tutsak” kalıyorlar. Araştırmacılar, eve dönmek, alışmak ya da başka bir yere gitmek üzere hızlı cevap vereceğine emin olunması gereken alışma stratejileri ya da mekanizmalarının kurularak göçmenlere net seçenekler sunulması gerektiğini vurguluyor.
Devletlere Ne Düşüyor?
Savaş ve yoksulluk gibi başka nedenlerle de ilişkilendirilsin ya da ilişkilendirilmesin, iklim değişikliği nedenli göç ile devletlerin göçün nüfus üzerindeki etkisiyle aynı derecede baş edemediğini anlatan “İklim değişikliğinin bir sonucu olarak göç: Devletler nasıl tepki vermeli?” (Human migration as a result of climate change: how should governments respond?) başlıklı üçüncü makalede, Birleşmiş Milletler Üniversitesi İnsan Güvenliği ve Çevre Enstitüsü tarafından yayımlanan çevresel göç ve yönerge önerilerinin incelendiği güncel politika özetleniyor. En önemli önerilerden bir tanesi, çevresel şartlar insanlara müdahil olmaya ya da yerleştirmeye izin vermeyecek derecede şiddetli ise bu hareketin olumsuz etkilerini azaltmak için aşırı dikkat ve özenin gösterilmesi gerekliliği. Burada geçici bir çözüm üretmektense sürdürülebilir bir gelişim programı planlayabilmek adına tehcirin başvurulması gereken en son seçenek olduğunun altı çiziliyor.
Ulusal Uyum Planları
“Göç: İnsan hareketliliği ile iklim değişikliğine uyum politikalarının birleştirilmesi için bir fırsat” (Migration: an opportunity to integrate human mobility and climate change adaptation policies) başlıklı makalede ise devletlerin çevresel nedenli göçle yüzleşmenin hareketlilik ve uyum politikalarının uygulanmasının önemi için güçlü bir kanıt olduğunun altı çiziliyor. Bir Avrupa Komisyonu raporuna dayanılarak, “Ulusal Uyum Planları” ihtiyacının ne denli büyük olduğu, bu planların iklim değişikliğinin neden olduğu zarardan etkilenen toplumların dayanıklılığını artıracağı anlatılıyor. Yani aslında yer değiştirme ve tehcirin en başta önlenmesinin gerektiği ve bunun da ancak toplumların dayanıklılığının artırılması ile mümkün olduğu vurgulanıyor. Kuraklığa karşı sulama ve su yönetim sistemleri örnek olarak veriliyor.
Yasal Statünün Belirsizliği
Güncel bir kitaba dayanan “Çevresel göçlerde insan haklarının daha iyi korunmasına ihtiyaç var” (Environmental migrants need better human rights protection) başlıklı makalede iklim değişikliği yüzünden göç etmeye mecbur kalan insanların, insan haklarının korunamamasındaki trajik durum vurgulanıyor. Bu insanlar için yasal statünün belirsiz olduğu ve halihazırda göçmenlerin çevresel değişiklik nedeniyle yer değiştirmesinin tanınmadığı, insanlara göçmen statüsü verilmediği vurgulanıyor. İklim değişikliğinden etkilenmiş göçmenlerine tamamen yasal ya da normatif bir koruma teklif edilemeyen beş ülkenin üzerinde duruluyor: Bangladeş, Etiyopya, Gana, Kenya ve Vietnam. Bu ülkeler, erozyon nedeniyle evlerini ya da topraklarını kaybeden insanlar için tazminat ölçümü yapılmasını teklif ederken, araştırmacılar bunların politik açıdan daha güçlü olan toprak sahiplerinin fayda artırmasına imkan sağladığını ortaya çıkarıyor. Yerlerinden olan insanlarınsa aksine ötekileştirildiğini, topraksız kaldıklarını ve alternatifleri de olmadığından yakın köylere kasabalara taşındıkları anlatılıyor.
Güvenli Yolların Oluşturulması
Son iki makalede ise çevresel göçün Avrupa Birliği’ne etkisi ele alınıyor. “İklim değişikliği nedenli göç için harekete geçme vakti” (Time to act on climate change induced migration) başlıklı makalede Heinrich Böll Vakfı’nın 2015 yılında yayınladığı öneriler bir araya getirilmiş. Raporun yazarları, uygun politikaların geliştirilmesi ve araştırmaların kanıtlarının hayata geçirilmesi için yeterli bilgiye sahip olunduğunun altını çiziyor. Bu konuyla mücadele etmek için politikaların oluşturulmasında Avrupa Birliği’nin neden liderlik etmediğini sorguluyor. Göç için yasal ve güvenli yolların oluşturulması ve göçmenlerin insan haklarının sahip çıkmayı desteklenmesini örnek olarak gösteriyor.
İngiltere menşeli “İklim değişikliği altında Avrupa Birliği göçü: Etkileri mevcut altyapıya bağlı” (EU migration under climate change: impact depends on current infrastructure) başlıklı son makalede ise iklim değişikliğinin neden olduğu sel, arazi kaybı, kuraklıktaki artışın komşu ülkeler dahil olmak üzere Avrupa içinde de bir göçe neden olabileceği özetleniyor. İyi kriz planları ve uyum politikalarının göç üzerindeki baskıyı azaltacağı vurgulanıyor. m
https://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/migration_in_response_to_environmental_change_51si_en.pdf