Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Orta Doğu ve Batı Asya Bölge Teşkilatı (UCLG-MEWA) Genel Sekreteri Mehmet Duman, yerel yönetimlerin doğrudan insana ulaşma konusunda bölgesel veya ulusal yönetimlerden çok daha pratik ve çözüm odaklı bir yaklaşım sergileyebileceklerini ifade ederek, “Kaynakların bu sorumluluklarla orantılı şekilde yerel yönetimlere aktarılmadığını da biliyoruz. Oysa, hep söylediğimiz gibi çözüm yerelde başlar” diyor.
YAZI: Bulut BAGATIR
Öncelikle UCLG-MEWA ile başlayalım dilerseniz. Organizasyon yapınızdan ve neler yaptıklarınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?
EKOIQ dergisine teşekkür ediyor ve iklim değişikliği gibi önemli bir konuyu yerel yönetimler perspektifinden gündeminize almanızdan ötürü memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum. Temelleri 1913’e dayanan ve yüzyılı aşkın geçmişe sahip Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler (UCLG) teşkilatının 9 bölge teşkilatından biri olan Orta Doğu ve Batı Asya Bölge Teşkilatı (UCLG-MEWA) olarak, adem-i merkeziyetçilik ilkesi ile yerel ve bölgesel yönetimler ile çeşitli paydaşları bir ağda buluşturarak ortaklıklar ve işbirlikleri kurmayı, üyesi olan yerel ve bölgesel yönetimlerin uluslararası görünürlüğünü ve tanınırlığını artırmayı ve küresel gündemlerin yerelleştirilmesine yardımcı olmayı amaçlıyoruz. 300’den fazla doğrudan üyeye sahip olan teşkilatımız, aralarında Arap Kentler Teşkilatı (ATO), İslam Başkentleri ve Kentleri Teşkilatı (OICC), Asya Belediye Başkanları Forumu (AMF), Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB), Türkiye Belediyeler Birliği’nin (TBB) de bulunduğu paydaşları aracılığıyla, 3500’ü aşkın yerel yönetime ulaşabiliyor. UCLG-MEWA’nın, farklı temalarda altı komitesi bulunuyor. Bunlar; Kent Diplomasisi ve Yerel Yönetişim Komitesi, Kültür ve Turizm Komitesi, Sosyal İçerme Komitesi, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komitesi, Akıllı Şehirler ve Kentsel Mobilite Komitesi ve Çevre Komitesi’dir. Yerel ve bölgesel yönetimlerle özellikle bu alanlarda daha yoğun çalışıyoruz.
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin iklim finansmanına erişiminde yaşadığı sorunlar göz önüne alındığında, organizasyonunuzun kapsadığı Orta Doğu ve Batı Asya’da yerel yönetimlerin iklim eylemi planlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’den verebileceğiniz iyi uygulama örnekleri mevcut mudur?
Tabii, bildiğiniz gibi MEWA zorlu bir coğrafyada faaliyet gösteriyor. Bu bölgede hem Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi petrol zengini ülkeler, hem de Yemen ve Afganistan gibi BM’nin “en az gelişmiş ülkeler” klasmanında değerlendirdiği ülkeler yer alıyor. Dolayısıyla ülkelerin sorunları da çeşitlilik arz ediyor. Ancak genel anlamda baktığımızda su kıtlığı, iklime dayanıklı ekonomi, geri dönüşüm, ormansızlaşma ve karbon dengeleme gibi konular, İklim Eylem Planları’ndaki öncelikler arasında yer almak durumunda. Burada, MEWA bölgesindeki en büyük önceliğin su kıtlığı olduğunu söyleyebiliriz, çünkü bölge dünyanın en çok su sıkıntısı çeken ülkelerinden Katar, Irak, Suriye, Filistin ve Lübnan’a ev sahipliği yapıyor.
Bu bağlamda, Türkiye’de 2009-2011 yılları arasında İklim Değişikliği Eylem Planı hazırlayan ilk belediye olan Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ni örnek olarak göstermek isterim. 2016’da yenilenen plan enerji sektörü ve kentte karbon yönetimine odaklanarak Türkiye’nin İklim Değişikliği Strateji Belgesi ve İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nın yerelde uygulanması noktasında örnek bir girişim olarak tanımlanabilir. Gaziantep BŞB, aynı zamanda, Çevre ve Akıllı Şehirler ve Kentsel Mobilite Komiteleri’mizin eş-başkanlık görevini de yürütüyor.
Bir diğer örnek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, hem azaltım hem de uyum hedeflerini içeren yedi aşamalı İstanbul Entegre İklim Eylem Planı hazırladı. Plan’da, İstanbul’un iklimsel kırılganlıklarını nasıl azaltabileceği ve kentin emisyonlarını nasıl indirebileceği konularına yer veriliyor.
Ayrıca, Bursa Enerji ve İklim Değişikliği Uyum Planı, sürdürülebilir enerji stratejilerinin yanında iklim değişikliğine uyum stratejilerini ve eylemlerini içermesi bakımından entegre bir iklim eylem planı olma hüviyetinde.
Yine, İzmir ve Kocaeli Büyükşehir Belediyelerinin iklim eylem planlarını da emisyon ve enerji konularında geniş yelpazeli içeriklerinden dolayı örnek olarak gösterebilirim.
Bu bağlamda, kendi çalışmalarımızdan da bahsetmek isterim. Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında dünya teşkilatımız UCLG, GCoM ve ICLEI ortaklığında Küresel-Bölgesel Koordinasyon adlı bir proje başlatıldı. Proje, bu üç teşkilatın iklim değişikliği alanında yürüttükleri çalışmalarda koordinasyonu ve iş birliğini güçlendirmeyi ve yerelin ağırlığını artırmayı amaçlıyor. Bu proje kapsamında, UCLG’nin bölge teşkilatları ve ICLEI ofisleri, ilgili bölgelerde iklim değişikliğine yönelik ihtiyaçları, öncelikleri ve stratejileri belirlemek üzere yerel yönetimlerle ve diğer paydaşlarla düzenli olarak istişare toplantıları düzenliyor. Bu toplantılar sonucunda, her bölgeden iklim değişikliğine ilişkin toplanan çıktılar raporlaştırıp GCoM ile paylaşılıyor.
Bu vesileyle, Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası tarafından uygulanan Şehir İklim Finansmanı’na yönelik bir fonla ilgili yürütülen çalışmalardan da bahsetmek isterim. Düşük karbonlu, iklime dayanıklı kentleşmeye ulaşmak için kentsel finansman açığını kapatmaya yardımcı olmayı amaçlayan bu fonla ilgili olarak yakında daha ayrıntılı bilgiyi üyelerimizle paylaşacağız.
İklim krizi ile beraber şiddetlenen aşırı hava olaylarının etkisini tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’nin farklı bölgelerinde de görüyoruz. İklim krizine uyum planlarında yerel yönetimlere verdiğiniz tavsiyeler nelerdir?
Bu konuda ne yazık ki bölgemizin genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de tedbirsizlik başta olmak üzere, eksik veya yanlış uygulamalardan kaynaklı önemli sorunlar yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor.
Özellikle 6360 sayılı kanunda büyükşehir belediyelerine ilgili ilin mücavir alan sınırları içerisinde çok geniş yetkiler tanınıyor. Öyle ki orman alanlarında dahi büyükşehir belediyeleri belirli bir ölçüde müdahil olabiliyor. Bununla birlikte özellikle orman alanlarımız söz konusu olduğunda bütüncül bir yaklaşıma ve merkezi ve yerel yönetimler arasındaki dikey işbirliğine ihtiyaç bulunuyor.
Malumunuz, geçtiğimiz iki ayda binlerce hektar orman alanımızı kaybettik. Yangınlar, hem vatandaşların hem de yetkililerin müdahaleleriyle, günler sonra ancak söndürülebildi. Bu yaşananlardan alınması gereken iki temel ders olduğu kanaatindeyim; şehirlerimizdeki kritik altyapı unsurları güncel iklim senaryolarına göre vakit kaybetmeden uyarlanmalı, erken uyarı sistemlerinin daha proaktif kullanılması ve böylelikle afet riski altındaki bölgede yaşayan halkın daha hızlı bir şekilde güvenli alanlara erişimi sağlanmalı.
İklim değişikliğinin iklim krizine dönüşmemesi için teorik ve pratik bilgiler arasındaki uyumu sağlamak zorundayız. Bu bağlamda, yerel yönetimlerin iklim eylem planlarını güncel tutmaları ve her bir afet durumu için önceliklerini belirlemeleri oldukça önemli.
İklim krizi gibi küresel bir sorunun çözümünde, yerel yönetimlerin yeterince yer aldığını düşünüyor musunuz?
Küresel karbon salımının %75’inden fazlası kentlerden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, bununla ilgili kentlerin yapabileceği çok şey var. Keza, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın da alt hedeflerine baktığımızda üçte ikisinin doğrudan yerel sorumluluklarla ilgili olduğunu görüyoruz. Ancak, kaynakların bu sorumluluklarla orantılı şekilde yerel yönetimlere aktarılmadığını da biliyoruz. Oysa, hep söylediğimiz gibi çözüm yerelde başlar. Dolayısıyla, halka en yakın yönetim birimleri olan yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması, iklim değişikliğine uyum konusunda kolektif bir çabanın içine girilmesi gerekiyor.
İklim krizinin kaynağı olduğu gibi, çözümü de insandır. Yerel yönetimler, doğrudan insana ulaşma konusunda bölgesel veya ulusal yönetimlerden çok daha pratik ve çözüm odaklı bir yaklaşım sergileyebilirler. Biz de UCLG-MEWA olarak, yerel yönetimlerin iklim masasında yer alması konusunda yoğun çaba sarf ediyoruz. Nitekim, Paris İklim Zirvesi’yle eş zamanlı olarak yine Paris’te gerçekleştirilen UCLG Dünya Konseyi toplantısı vesilesiyle güçlü bir heyetle biz de oradaydık ve yerelin sesinin Paris müzakerelerinde daha güçlü çıkmasına katkı sağladık.
Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye gibi ülkelerin ileriki yıllarda daha şiddetli ve sık orman yangınlarıyla karşılaşması bekleniyor. Türkiye’nin öncülüğünde bölgesel bir iklim değişikliğine, halihazırdaki veya yeni mekanizmalarla, uyum çağrısı yapılabilir mi? Siz böyle bir çağrının yapılmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) İklim Değişikliği 2021 adlı raporunda da vurgulandığı gibi, 1,5 derece eşiğinin aşılması ne yazık ki beklenenden önce gerçekleşebilir. Küresel ısınmanın bu haliyle dahi neler yaptığını göz önüne alırsak, çok zorlu yıllar bizi bekliyor gibi görünüyor. Akdeniz Havzası özelinde, bölge ülkelerindeki BM ajansları öncülüğünde yeni bir inisiyatif oluşturulması bölgenin kırılganlıkları düşünüldüğünde oldukça yerinde olacak. Biz de UCLG-MEWA olarak böyle bir girişimin yerelde savunuculuğunu yapmaya hazırız. Burada dikkate almamız gereken bir diğer husus da, MEWA Bölgesi’nde ülkeler arasındaki siyasi çatışmalar. Her ne kadar iklim krizi siyaset üstü bir konu olsa da, ülkeler arası çatışmalar ortak bir bilinç oluşmasının önünde bir engel olabiliyor. Bu noktada, yerel düzeyde yürütülecek bir iklim diplomasisi bu tür bariyerlerin aşılmasında etkili olabilecektir. UCLG-MEWA, bu konuda yerel ve bölgesel ölçekte gerekli desteği ve iş birliği platformunu sağlama görevini memnuniyetle üstlenebilir. Akdeniz Havzası, uluslararası iklim raporlarında riskli bölge olarak gösteriliyor, dolayısıyla bu durumla ilgili olarak acilen harekete geçilmeli. Aksi halde, gelecek nesillere yaşanabilir bir çevre bırakmamış olacağız.