İklim

İklim Politikasına Almanya’dan Bakış: Bu Daha Başlangıç

Her şeyi göze almış dışişleri bakanları, cesur bilim insanları ve becerikli diplomatlar bundan beş sene önce bir imkansıza imza attı: 195 ülke birlikte gezegeni kurtarmayı kendilerine görev edindi. Peki dünya hala bu görevi yerine getirmekte mi?

Boğaziçi Üniversitesi Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Öğrenci Merkezi’nden Elif Gürakan’ın çevirisi.

Yazı: Susanne Götze*
Çeviren: Elif Gürakan

Her şeyi göze almış dışişleri bakanları, cesur bilim insanları ve becerikli diplomatlar bundan beş sene önce bir imkansıza imza attı: 195 ülke birlikte gezegeni kurtarmayı kendilerine görev edindi. Peki dünya hala bu görevi yerine getirmekte mi?

Yaklaşık 200 ülkenin Birleşmiş Milletler İklim Anlaşması’nı Paris’te imzalamasından bir gün sonra, Hawaii’de bulunan pasifik Mauna Loa Volkanik Dağı’ndaki ölçüm istasyonu, atmosferdeki CO2 konsantrasyonunu 402 ppm (parts per million – milyonda bir birim) olarak gösterdi. Tarih 13 Aralık 2015’ti ve böylece 2015 yılı yeni bir rekorla kapanmış oldu: İlk defa ölçüm değerleri 400 işaretinin üstünde sabitlenmişti.

O zamandan beri, doğum günlerini ya da yıldönümlerini, o tarihteki ppm-seviyesini ima ederek belirtmek moda oldu (Yazar 1980’de, CO2 seviyesi 337 ppm iken doğdu.) Atmosferdeki CO2 parçacıklarının sayısı, iklim meraklıları için zamanı hesaplamanın yeni bir yolu haline geldi: Zaman artık atmosferin depolama alanını ne kadar hızlı çöple doldurduğumuza ve iklim değişikliğini nasıl alevlendirdiğimize göre hesaplanmaya başlandı.

400 ppm eşiğini beş sene önce ardımızda bıraktık. 12 Aralık akşamı, Fransa dışişleri bakanının ünlü sözleri ‘’L’accord de Paris pour le climat est accepté’’ (‘’Paris’in İklim Anlaşması kabul oldu’’) ardından Hawaii’deki değerler 413 ppm’e çıktı. İklim araştırmacıları 450 ppm’den sonra durumun gerçekten çok rahatsız edici bir hal alabileceğini dile getiriyor. O zamana kadar dünya 2 derece seneryosuna, yani şu anki küresel ortalama derecenin endüstriyelleşme öncesi dünyanınkinden 2 derece daha fazlayı göstermesi senaryosuna, bir dur diyebilir. Yoksa iş işten geçtikten sonra aşırı hava koşulları ve daha önce görülmemiş ekolojik olaylarla artık kimse başa çıkamaz.

Bunu, beş sene önce Le Bourget’de bir araya gelen ve iki hafta boyunca ilk dünya İklim Anlaşması üzerinde konuşan devletler de biliyordu. Bu konuşmalar karışıktı: Öncelikle sözleşme, güçlü ABD’den tutun pasifik Marshall Adaları’na kadar dünyadaki bütün ülkeler için geçerli olmalıydı. Selefi olan 1997 tarihli Kyoto Protokolü’ne yalnızca endüstri devletleri katılmış ve sonraları birer birer de ayrılmışlardı. Hava kirliliğine en çok neden olan devletler ABD, Çin ve Hindistan Kyoto Protokolü’nü imzalamamışlardı bile. Paris ise şimdi bu işi daha iyi yapmalıydı.

‘’Hayatımın En Önemli Gezisiydi’’

Fransa’daki konferans Kyoto’dakine kıyasla tabiri caizse üst düzey bir düzenlemeydi. On binlerce katılımcı büyük beklentilerle -konferans başlangıcına birkaç hafta kala meydana gelen, 137 can kaybına neden olan başkentteki terör saldırısına rağmen- Paris’e gelmişti.

Marshall Adaları Dışişleri Bakanı Tony de Brum beş sene öncesini şöyle anlatmıştı: ‘’Bu iklim konferansı hayatımın en önemli gezisi.’’ O zamanlar 70 yaşındaki Tony de Brum’un ülkesi deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle tehdit altında olduğundan Bakan, Paris Anlaşması’nı hayatının gayesi olarak belirlemişti. De Brum’un ümitsizliği bembeyaz saçlarında ve yumuşak gözlerinde okunuyor, ayrıca alışık olduğumuz cilalı politikacı konuşmasından ziyade kişisel isteklerini dile getiren bir adam gibi konuşuyordu.

Çin, ABD ya da Avrupa Birliği’ne kıyasla küçük ve güçsüz ülkesi konferansta bir sansasyon yaratmayı başardı: Sözleşmenin ikinci maddesine 1,5 Derece Hedefi’ni dahil ettirdi. Böylece devletler, küresel ortalama sıcaklık derecesinin artışını 2 derece altında tutmaya ve hatta bu değeri 1,5 derecede sabitlemekle görevlendirilmiş oldu. Önemsiz denilip atlanamayacak bir ayrıntı doğrusu.

Ülkesine dönmeden hemen önce Tony de Brum, hedefine ulaştığını ve artık politikadan geri çekilmek istediğini söyledi. Hayatının geri kalanını kumsalda oturup balık tutarak geçirmek istiyordu. Bu hayalini gerçekleştirdi ve iki yıl sonra da hayata gözlerini yumdu. Maddeleştirdiği 1,5 derece hedefi hala Paris Anlaşması’nda, ama bu aralar iklim araştırmacıları bile bu hedefin ulaşılamaz olduğunu düşünüyor.

Trump’tan Önceki Tarihsel Zaman Aralığı

Paris’ten beri, küresel CO2 salınımları her yıl yeni bir rekor değere ulaşıyor. 59 gigaton ile 2019 yılı şimdilik yeni doruk noktasını işgal etmiş durumda.

Her şeye rağmen Paris Konferansı bir başarı olarak nitelendirilebilir; en azından diplomatik bir başarı olarak. Unutulmamalıdır ki, Paris’teki bu fikir birliği tarihsel bir zaman aralığında gerçekleşmişti: Demokrat Barack Obama, yüksek motivasyonlu Avrupalı delegeler, Alman Çevre Bakanı Barbara Hendricks, Avrupa Birliği İklim Yetkilisi Miguel Arias Cañete ve aynı zamanda nispeten açık fikirli Çin ve Hindistan Yönetimi. Üstüne üstlük bir de yüksek diplomatik kabiliyetlerini kanıtlayan Fransız ev sahipleri.

Fakat bu iklim kardeşliği çok da uzun sürmedi: Bir sene sonra ABD’nin başkanı, iklim değişikliğini yalanlayan Donald Trump seçildi. Paris’teki gibi bir konferansın onunla yapılması düşünülemezdi bile.

Nitekim Trump dünyada gerçekleşen devingenliği daha fazla durduramadı: Çoğu ülke Paris Anlaşması’nı daha önce görülmemiş bir hızla onaylıyordu. Neredeyse bütün devletler iklim planları oluşturmuştu. İklim krizinin üstesinden gelinmesi gayet olası gözüküyordu.

‘’Paris, Arşimet noktasıydı, çünkü bu anlaşmayla yeni bir mantık doğdu: Devletler artık neyi hedeflemeleri gerektiklerini değil, neyi mutlaka engellemeleri gerektiklerini; yani 2 derece sınırını geçmiş bir dünyayı, konuşuyordu’’ diyor iklim araştırmacısı ve Alman Başbakanı Merkel’in eski danışmanı Hans-Joachim Schellnhuber DER SPIEGEL ile konuşmasında.

11 Aralık 2015’te Potsdamer Institut für Klimafolgenforschung (PIK) (Potsdam İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü)’nün bugünkü müdürü Emeritus, Le Bourget’de dünya basınının önüne çıkmıştı ve diğer araştırmacılarla birlikte şunları anlatmıştı: “Aslında endüstri devletlerinin bakanları, pazartesi günü evlerine dönmeli ve hiç zaman kaybetmeden ülkeleri genelinde karbondioksit salınımını azaltma planları üzerinde çalışmaya başlamalı. En azından Kuzey Ülkelerinin 2050 yılına kadar sıfır karbon ekonomiye geçmeleri lazım.”

2099 Yılında İklim Nötrlüğü

O zamanlar aktivist bir önerme gibi duyulan şimdi gerçek oldu: Bir seneden beri 2050 yılına kadar iklim nötrlüğünü uygulamak isteyen ülke sayısı artıyor. Bu ülkelere Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nin diğer üyeleri, Kanada ve Japonya dahil. “Gerçeklik, anlaşmadaki hedefi geride bıraktı” diyor iklim araştırmacısı Schellnhuber bugün. Anlaşmada “devletlerin yüzyılın ikinci yarısında” iklim nötr olması gerektiği yazıyor: “Bu teoride 2099 yılını da bulabilirdi”

Olumlu olan bir başka şey ise, şu ana dek hiçbir ülkenin anlaşmadan geri çekilmemiş olması (ABD hariç). Ama onlar da yeni başkan sayesinde anlaşmaya tekrar katılmak istiyorlar. ABD’den sonra, bir başka iklim değişikliği yalancısı Jair Bolsonaro yönetimindeki Brezilya’nın da anlaşmadan çekileceği ve diğer ülkelerin de birer birer takip edeceği doğrultusundaki dedikodular neyse ki asılsız çıktı.

Her şeye rağmen çarklar hala çok yavaş işliyor: Ortalama olarak bakıldığında ülkelerin CO2 salınımını azaltmaya yönelik tasarıları yetersiz kalıyor. Daha geçtiğimiz Şubat ayında bu nedenle belli iklim hedefleri daha keskin hatlarla yeniden ele alındı, fakat sadece bir avuç ülke bunu yaptı. Bunun yanı sıra, 2015 yılından beri dört defa daha yapılan Birleşmiş Milletler İklim Konferanslarında anlaşmanın önemli ayrıntıları hala konuşulmadı.

Paris Anlaşması: Kağıttan Kaplan**

Bugün neredeyse 130 ülke daha çok çabalamak için söz vermiş durumda. Birleşik Krallık, aşırı katı olan CO2 salınımında %68 oranında azalma hedefini 2030’a koydu ve Avrupa Birliği de iklim hedefini aynı şekilde oldukça yükseltti. Cumartesi günü iklim için yapılacak Dijital Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde (Aralık ayında gerçekleşen Climate Ambition Submit) yine yeni duyurular yapılacak ve 70 hükümet temsilcisi zirveye video mesajı gönderecek.

Sorun şu ki, Birleşmiş Milletlerin verdiği kararlar, harekete geçmenin gönüllülük esasına dayanacağı, dişsiz bir kağıttan kaplan olarak kalacak. Paris’ten sonra aylar boyunca Birleşmiş Milletler diplomatları bu nedenle Paris dinamiğini canlı tutmak hakkında konuşmuştu. Sonrasında da bütün katılımcıların aynı göz hizasında konuştukları bir Güney Denizi modeli olan Talanoa Diyaloğu bu konuşmaya eklenmiş, ardından Birleşmiş Milletler iyi birer örnek teşkil etsinler diye ‘’İklim Şampiyonlarını’’ açıklamıştı.

Açık bir zihinle bakıldığında bütün bunların, anlaşmayı imzalayan ülkeleri motive etmek için yapılan sonuçsuz birer çaba olduğu görülüyor. Ne yazık ki, ülkelerin ne zayıf iklim hedefleri koymalarına ne de sonunda bu hedefleri uygulamamalarına bir engel olamıyor bütün bu çabalar. Ruhsal bir devingenlikten küresel bir değişim üretme fikri gerçekten safça kalıyor.

Tartışma krizlerinden başlayıp bugün gelebildiğimiz yer, daha pragmatik bir nokta: İklim politikasına daha çok katılmaya, Hindistan gibi ülkeler teknoloji ortaklığı yoluyla çağırılıyor. İklim bunun dışında G20 Zirvesi gibi başka buluşmalarda da, farklı konularda uzlaşmada zorluğa gidildiğinde, önemli bir rol oynuyor.

Son, fakat aynı derecede önemli olarak iş seçmenlere düşüyor: Trump ve Bolsonaro gibi ne kadar çok politikacı başa gelirse, iklim politikasında işler o kadar zorlaşır. Öte yandan, Suudi Arabistan ve Rusya gibi otoriter yönetilen birkaç ülke zaten dünya toplumlarının, iklim politikalarıyla ilgili bir şey söylemesine izin vermiyorlar.

Elimizde zekice bir yol daha var: Hukukçular geçmiş senelerde devletler hukuku doğrultusunda imzalanan Paris Anlaşması’nın ulusal hükümetlere karşı açılan davalarda işe yarayıp yaramayacağını ayrıntılı bir şekilde araştırdı. Ayrıca son zamanlarda iklime dayalı davaların ardı arkası gelmiyor. Belki de bu şekilde Birleşmiş Milletlerin Kağıttan Kaplanı gerçek bir otorite haline gelebilir.


*Susanne Götze’nin 12.12.2020 tarihli, SPIEGEL Wissenschaft internet sayfasında yayınlanmış, ‘’Das ist erst der Anfang’’ başlıklı yazısından uyarlanmıştır.

**Güçlü görünen fakat aslında zararsız, güçsüz olan nesneleri tanımlamak için kullanılan Çince terim.

About Post Author