Dünyayı bir yatırım olarak gören bir kibrin ve iktidar sarhoşluğunun ev sahipliğinde alınan sonuçlar elbette sürpriz değil. Ancak önümüzdeki dönemde muktedirin bu kibrine dur demek, insan hakları savunucuları için çok önemli bir mücadele alanı olacak…
Yazı: Av. Özlem ALTIPARMAK
“28. Taraflar Konferansı’nın (COP28) en önemli kazanımı neydi?” derseniz, “30 yıldan sonra fosil yakıta ‘fosil yakıt’ denmiş olması” derim. Bir insan hakları savunucusu olarak; ihlalin altında yatan sebebe ve ihlalin bizzat kendisine ad koymakta bu kadar gecikmiş olma hali, aslında iklim müzakerelerinden ne beklememiz gerektiğine dair çok şey söylüyor bence. COP28’de ülkeler nihayet fosil yakıtlardan uzaklaşılması gerektiğini kabul etti ancak iklim krizinin ana nedeni olan fosil yakıtlardan aşamalı çıkışa yönelik net ve zaman içeren bir taahhütte bulunmadı. Önemli bir sonuç belgesi niteliğinde olan Küresel Durum Değerlendirmesi metni ise ülkeleri “fosil yakıtlardan çıkışa” davet etmesine rağmen fosil yakıt endüstrisinin kirletmeye devam etmesine izin veren önemli boşluklar bıraktı. Nihai metin, fosil yakıt endüstrisine her zamanki gibi işlerini yapmaya devam etmesi, gezegeni kirletmesi, arazileri gasp etmesi, iklimi tahrip etmesi, çevreyi bozması ve insan haklarını ihlal etmesi için geniş bir yetki veriyor. Fosil yakıt lobisi ve ekonomisi fosil yakıtlara bağımlı ülkeler; etkisi kanıtlanmamış olmasına rağmen karbon yakalama, depolama ve karbon uzaklaştırma yöntemleri gibi azaltıma yönelik teknolojilerin hızlandırılması çağrısını memnuniyetle karşıladı. Oysa fosil yakıtlar iklim krizinin en temel nedeni ve kalkınmanın her aşamasında insan haklarına çok ciddi zararlar veriyor. Bu nedenle fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması insan hakları açısından tartışmasız bir zorunluluk. COP28 Küresel Durum Değerlendirmesi metnine insan haklarının korunması ve ilerlemesi açısından baktığımızda, metin büyük bir başarısızlık olarak karşımızda duruyor.
Küresel Durum Değerlendirmesi’nin fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı sadece “enerji sistemleri” için geçerli ve plastik, ulaşım veya tarımda kullanım için geçerli değil. “Geçiş yakıtları, enerji güvenliğini sağlarken enerji geçişini kolaylaştırmada rol oynayabilir” deniyor ki bu durum aslında fosil yakıtlara doğrudan bir izin. Bir diğer karar olan “yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030 yılına kadar üç katına çıkarılması taahhüdü”nün bir ilerleme olarak kabul edilebilmesi için, tüm yenilenebilir enerji projelerinin insan haklarına saygı göstermesi ve bu projelerin yerli halklara ve yerel topluluklara fayda sağlayacak şekilde ve katılımcı bir modelle tasarlanması gerekir. Yani sadece yenilenebilir enerjinin artacak olması insan hakları açısından kesinlikle başlı başına bir kazanç değildir. Bu enerjiye nasıl geçtiğimiz, ne pahasına geçtiğimiz ve geçerken çevresel demokrasiye ve insan haklarına ne ölçüde uyduğumuz çok önemli.
Ekolojik Borç Ödenmedi
İklim müzakerelerinin ve iklim adaletinin temelini oluşturan kavramlardan biri de Kayıp ve Zarar Fonu’ydu. “Kirleten öder” ilkesine dayanarak iklim değişikliğinin sonuçlarından etkilenen topluluklara, hayatlarını yeniden inşa edebilmeleri için etkili çözümler sağlayacak bir fon çağrısı geçtiğimiz yılki zirvede olumlu karşılanmış ve bu konuya odaklanılmıştı. COP28 ise fon konusunda ilerleme sağlasa da şu ana kadar az sayıda ülke tarafından taahhüt edilen finansman, bu fonu etkili kılmak için yeterli değil. Bu tutarlar ekolojik borcu karşılamanın kıyısından bile geçmiyor. Aslında milyarlarca dolara ihtiyaç var, ancak taahhüt edilen sadece birkaç yüz milyon dolar. Tarihsel olarak en büyük seragazı salımına sebep olan ABD’nin sadece 17,5 milyon dolar taahhüt ettiğini buraya bir not olarak düşeyim.
Fonu yönetmesi istenen Dünya Bankası’nın fonu nasıl idare edeceği bir diğer önemli sorun. Fonun işleyişinde ve finansmanla ilgili kararlarda, iklim değişikliğinin sonuçlarından etkilenen toplulukların ve sivil toplumun etkin katılımının sağlanması için insan haklarına uygun bir yaklaşım benimsenmesi şart. Zarara uğrayan ve etkilenen toplulukların fona doğrudan erişiminin sağlanması ve gelişmekte olan ülkelere verilecek desteğin kredi yerine hibe olarak sunulması gerekir. Hak sahiplerinin temsiliyetini sağlamayan bir fonun adil olmayacağı ve eşitsizlik yaratmaya devam edeceği kesin.
Fosil Yakıtlarla Kol Kola Giren COP’lar
COP28’in ev sahibi olan Birleşik Arap Emirlikleri sadece bir fosil yakıt devi değildi, aynı zamanda insan hakları karnesi de çok kötüydü. COP29 ev sahipliği de bu anlamda çok farklı olmayacak. Aylar süren gergin tartışmalar sonucunda; ifade, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü açısından oldukça kötü sicile sahip bir başka otoriter petrol devleti olan Azerbaycan, COP29’a ev sahipliği yapacak. Fosil yakıt gelirleri Azerbaycan ekonomisinin yaklaşık yarısını ve ihracat gelirlerinin büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Keyfi tutuklamalar, işkence, gazetecilerin tutuklanması ve sivil topluma yönelik baskılar konusunda uluslararası insan hakları örgütlerinin pek çok raporu mevcut. Hal böyleyken bizi nasıl bir COP29 bekleyecek tahmin etmek güç değil.
Kendimizi kandırmayacağımız bir COP yaşamak istiyorsak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) tarafından düzenlenen COP’ların merkezinde insan haklarının yer alması sağlanmalı. Ev Sahibi Ülke Anlaşmaları’nın yayımlanması ve ev sahibi ülkelerin insan haklarına saygı gösterilmesini ve insan haklarının korunmasını garanti altına alması bir zorunluluk olmalı. BMİDÇS Sekreteryasının açık bir çıkar çatışması politikası ve sağlam bir hesap verebilirlik çerçevesi olmalı. Aksi halde insan haklarına zerre saygı göstermeyen, bu hakları hiçe sayan ve fosil yakıt şirketleriyle kol kola pozlar verilen COP’ları ne yazık ki yaşamaya devam edeceğiz.
Dubai’de COP28’in yapıldığı alana metro ile giderken her gün devasa bir reklam panosunun önünden geçiyordum. Üzerinde “Our biggest investment is planet Earth” (En büyük yatırımımız Dünya gezegenidir) yazılıydı. Dünyayı bir yatırım olarak gören bir kibrin ve iktidar sarhoşluğunun ev sahipliğinde tüm bu sonuçlar elbette sürpriz değil. Ancak önümüzdeki dönemde muktedirin bu kibrine dur demek, insan hakları savunucuları için çok önemli bir mücadele alanı olacak diye düşünüyorum.
Bu yazı ekoIQ’nün 109. sayısında “COP28 Sonuçlarına İnsan Hakları Penceresinden Bakmak” başlığıyla yer almaktadır.