“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

“Karbon Azaltımı Kalkınmadan Bağımsız Düşünülemez”

Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü (CIRED) Prof. Franck Lecocq, IPCC 5. Değerlendirme raporunun mitigasyona (karbon azaltım) odaklanan III. Çalışma Grubunun başyazarıydı. Prof. Lecocq, Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve İstanbul Politikalar Merkezi- Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Girişimi’nin Nisan ayında düzenlediği “İklim Değişikliği ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?” konferansı ve “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları- Genç Araştırmacılar Çalıştayı” için İstanbul’daydı. Kendisiyle IPCC raporunu ve mitigasyon-kalkınma ilişkisini konuştuk.
Berkan ÖZYER

IPCC’nin son raporu, genel an­lamda kötümser bulunmuştu. Siz raporun mitigasyon (azaltım) bö­lümünü kaleme alan ekipte yer al­dınız. Bu bölümü iyimser buluyor musunuz?
Öncelikle söyleyeceklerimin IPCC’nin değil, kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Bence ra­porun cevaplandırmaya çalıştığı esas sorun ortalama sıcaklık artışını 2 de­rece ile sınırlandırma hedefine hangi koşullarda ulaşabileceğimiz. Bunu yapabilir miyiz? Rapor, bunun tek­nik olarak hâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Mucizevi yeni teknolojilere de ihtiyaç yok. Çok kararlı bir şekil­de adım atılırsa, makul maliyetlerle bu hedef gerçekleştirilebilir. Ama çok zorlu koşullar var. Özellikle de bunu düşük maliyetle gerçekleştir­mek istiyorsanız. Raporun ana fikri buydu. Ve bu çok güçlü bir mesaj.
Mitigasyon adına günümüzde uy­gulanan durumları nasıl değerlen­diriyorsunuz? Bu hedef için bugün neredeyiz?
Öncelikle tarihsel olarak baktığı­nızda, emisyon artış hızının önceki on yıllara göre 2000-2010 arasında daha yüksek olduğunu göreceksi­niz. Kyoto’ya rağmen bu artış ya­şandı. Yani iniş trendinde değiliz. Mevcut trend 2 derece hedefine ya da başka stabilizasyona uyumlu değil. IPCC’nin yeni araştırmalar yapmayıp sadece mevcut literatürü incelediğini hatırlatarak raporun sa­dece kısmi bilgi sağladığını söyleme­liyim. Raporda kesin cevaplar yok.
IPCC raporu, emisyonları kontrol altına almak için pek çok alanda po­litikaların üretildiğini söylüyor ama bu politikalar yönelimi değiştirmek konusunda yeterince güçlü değil. Yine de yasal çerçeveler sağlanmış durumda; özellikle 5-10 yıl öncesi­ne göre. Yasal çerçeve olduğu için bugün daha çok baskı kurulmasına ihtiyacımız var.
Raporun üzerinde durduğu ikinci konu mitigasyonu diğer politikalar­dan ayrı değerlendirmenin çok zor olduğu şeklinde. Mitigasyon politi­kaları yaptığınız zaman kalkınma uygulamaları üzerinde de etkisi olacaktır. Bu çok önemli, çünkü mitigasyonun diğer etkileri olumlu olabilir. Kömürden enerji üretimini azaltırsanız sadece iklim değişikliği­ne değil, hava kirliliğine de çözüm üretirsiniz. Buna IPCC jargonunda ortak fayda (co-benefit) deniyor. Bunlar raporda hayli ayrıntılı ince­lendi. Ama raporda olmayan şey, mitigasyon politikalarının diğer kal­kınma politikalarıyla nasıl birlikte yürütüleceği konusu. Bu, her ülke­nin farklı bir şekilde yürüttüğü bir süreç. Paris İklim Konferansı’nda her ülke taahhütlerde bulunacak. Dolayısıyla ülkeler kendi programla­rıyla uyumlu taahhütleri şu an oluş­turuyorlar. Bu sebepten de yeterli literatür yok ve IPCC raporunda bu sorunun cevapları yer almıyor.

Bahsettiğiniz yasal çerçevelerin daha verimli olması için neler ya­pılmalı?
Örneğin karbon vergisi olan ülke­lerde, vergi var ama verimi görece düşük. Rapordaki ilgili bölümler, bütün dünyadaki farklı politikaları gösteriyor. Ve buna göre dünyada gerçekten çok fazla ülke seragazı emisyonunu sınırlamak adına poli­tikalar üretiyor. Ama genelde baskı görece düşük kalıyor.
Artırmak için ne yapacağız?
Bence çözüm, mitigasyonu gerçek­ten diğer kalkınma programlarıyla bir arada uygulayabilmek. Hükü­metler sadece mitigasyona odakla­namaz; fakirlik, işsizlik, kalkınma konularında başka bir sürü progra­mın da gerçekleştirilmesi gerekiyor. Esas önemli olan mitigasyonun di­ğer programlara en azından zarar vermemesini ve hatta onların ger­çekleşmesine katkıda bulunmasını sağlamak. Örneğin karbon vergisi konusunda, bu vergi devlet bütçesi­ne kaynak yaratmak için kullanılabi­lir. Ya da karbon vergisi gelirleriyle diğer vergilerin azaltılması sağlana­bilir. Böylece hem karbon vergilen­dirilmiş olur, hem vatandaşlara ek masraf oluşturulmaz hem de bütçe dengede kalır. Yeni bir vergi ekleni­yor ama yeni bir baskı oluşmuyor. Bu, iklim değişikliğine yönelik po­litika oluşturmanın ve oluşturulan politikanın başka faydalar sağlaya­bileceğine dair bir örnek. Sadece ik­lim için politika hazırlayıp gerisine bakmayınca sorun oluşuyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve Çin seragazı salımı konusunda iş­birliği yapacaklarını ilan ettiler. Bu anlaşmayı nasıl değerlendiri­yorsunuz?
Bence çok önemli bir adım. Yanıl­mıyorsam iki ülke dünya emisyo­nunun yaklaşık yarısını gerçek­leştiriyor. ABD şu an Kyoto’nun dışında kaldı. Çin’inse Kyoto Proto­kolü altında herhangi bir emisyon azaltma taahhüdü yok. Dolayısıyla Kyoto dışında kalan bu iki ülkenin salımı azaltmak adına anlaşmaları çok olumlu bir girişim. Yeterli mi, tartışılır ama önemli olan bu anlaş­manın gerçekleşmesi ve iki ülkenin sistemin dışında kalmaması.
Kalkınma ve mitigasyon arasın­daki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Gelişmekte olan ülkeler için bir denge sağlamak mümkün mü?

Mitigasyon konusu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı sorunlar ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler için konu salım artışını önce stabilize edip sonra azaltmak. Ge­lişmekte olan ülkelerse önce salımı artırıp, ondan sonra stabilizasyon ve azaltmayı planlıyor. Konu, ülke­lerin standartlarına göre değiştiği için genel bir cevap vermek çok zor. Ama ben Güney Afrika’da çalıştım. Hızla büyüyen, yüksek salıma sa­hip bir ülke. Konutlarda ve sanayi­de çok enerji tüketiliyor. Ve bütün enerji kömürden sağlanıyor, dola yısıyla salımları çok yüksek. Ama Güney Afrika 2035 itibarıyla salımı azaltacağına dair teknik ve mali danışmanlıkla bir taahhütte bulun­du. Bunun sebeplerinden biri iyi yurttaşlar olup iklim değişikliğiyle mücadele etmekti. Diğeriyse, olası ticaret partnerlerinin iklim değişik­liği politikaları uygulamaya başla­ması durumunda yaşayacağı sıkı­şıklık. Güney Afrika, ihraç mallarını satın alan ülkelerin karbon vergisi koyması sonucu rekabetçiliklerinin zarar göreceğini öngördü. Dolayı­sıyla onlar için salımı azaltmak çok mantıklı. Bu ülke için elektrik sant­rallarından bir anda kurtulmak tabii ki imkansız. Ama en azından yeni santralların yenilebilir enerjiyle ya­pılması, yani enerji üretiminin çe­şitlendirilmesi için çalışıyoruz. Bu da bir başlangıçtır. Güney Afrika’da büyümeyi sürdürmek, işsizliği azalt­mak çok önemli. Böylece büyüme­yi sağlarken salımı da azaltmayı amaçlıyoruz. Bunu her ülkeye göre programların farklılaşmasına örnek olarak gösteriyorum. Genel bir çö­züm yok ama Güney Afrika örne­ğine bakarsanız kalkınma ve salım azaltılmasının mümkün olduğunu görebilirseniz.
Sonuç olarak mitigasyon ve kalkın­ma konusunda iki temel husus var. Öncelikle bu konuda ve ortak fayda noktasında yeterince araştırma ya­pılmadı. Bir sonuca varabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. İkinci olarak da, mitigasyon­dan bahsederken esasında başka bir sürü şeyden de bahsediyoruz. Örneğin tüketicilerin, karar meka­nizmalarının buna göre değişmesi gerekiyor. Bir ürünün farklı karbon emisyonuna sahip iki türü varsa az olanın seçilmesi gerekiyor. Ya da bir yatırımcıyı temiz teknolojilere ikna etmek gerekiyor. İklim deği­şikliği konusuna şimdi olduğunuz gibi gelecekte de ciddiyetle eğilece­ğinizi görmeliler. Ya da şehirlerde gelecekte daha az salım yapılmasını sağlamak gerekiyor. Kompakt şehir­lerde, insanların ulaşım konusunda alternatifi olan şehirlerde karbon vergisi koyarsanız insanlar araba­lardan otobüslere, metroya geçer. Büyük ve dağınık şehirlerde vergi koysanız dahi insanlar arabadan kolay kolay vazgeçmez. Mevcut bü­yük şehirler için bir şey yapmak zor. Ama unutmayın, şu an konuştuğu­muz esnada bile bir yerlerde yeni şehirler inşa ediliyor.
IPCC’nin altıncı raporunda esas vurgunun ne olacağını öngörüyor­sunuz?
Umuyorum diyelim. Birincisi şu; IPCC raporu mevcut literatürü araş­tırıyor. Diyelim 2020’de yayınlanacak raporda yazacak şeyler, araştırmacı­ların bugünden itibaren sorduğu so­rulara bağlı. Örneğin 2 derece hedefi­ne bu kadar odaklanmamızın sebebi, Avrupa’nın bizi bu doğrultuda araş­tırma yapmaya yönlendirmesi. Araş­tırmacılar fon arıyorlar ve devletlerin yönlendirdiği araştırma konuları ve sorulara odaklanıyorlar. İkincisi, de­karbonizasyon ve kalkınma arasında­ki ilişkiye dair çok daha fazla bilgiye sahip olacağız. COP21’de devletlerin yaptığı taahhütleri ve bu taahhütle­rin kalkınma projeleriyle ilişkisini inceleyeceğiz.

Önerilen makaleler