Kirlilik, ısınma ve istilacı türlerin artışı gibi etkenlerin Marmara Denizi ekosistemini tehdit ettiğini belirten bilim insanları, başta aşırı avlanma olmak üzere insan kaynaklı baskıların denizi kırılgan hale getirdiğini söyledi. Ekosistemin dengesinin giderek bozulduğunu vurgulayan uzmanlar, iklim değişikliğinin deniz suyu sıcaklıkları üzerindeki etkisinin 2010’lardan itibaren ciddi şekilde belirginleştiğine dikkat çekti.
Marmara Denizi’ndeki baskı unsurlarının, deniz canlılarına etkisi hakkında bilgi veren İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazlı Demirel, Marmara Denizi’nin, Çanakkale ve İstanbul boğazları ile birlikte Türk Boğazlar Sistemi’ni oluşturan önemli bir ekolojik su yolu olduğunu söyledi.
“Orkinos, Kılıç, Kofana, Torik Gibi Balıklar Üzerinde Av Baskısı Oluştu”
AA’nın aktardığına göre, Pelajik (deniz yüzeyine yakın yerlerde yaşayan) balıkların, Akdeniz ve Ege’den Karadeniz’e beslenme amacıyla yaptıkları göçler esnasında burada konakladıklarını ve yumurta bıraktıklarını anlatan Demirel, Marmara Denizi ekosisteminin son 50 yıllık sürede oldukça önemli değişim ve dönüşümler geçirdiğini söyledi. Marmara Denizi’nde balıkçılığın 1970’li yıllardan sonra önem kazanmaya başladığını belirten Demirel, büyük pelajik balık stokları olan orkinos, kılıç, kofana, torik gibi balıklar üzerinde bir av baskısı oluştuğunu vurguladı.
Demirel, 1990’lı yıllarda kontrolsüz aşırı avcılığın, iklim değişikliğine bağlı deniz suyu sıcaklığının ve kirlilikteki artışın yapılan çalışmalarla ortaya konduğunu, kaybolan ve avcılığı %80’den fazla düşen balık ve omurgasız türlerinin de bu dönemde yoğunlaştığını belirtti.
“Ekosistemin Dengesinin Giderek Bozulduğunun Bir Göstergesi”
Demirel, “Kaybolan türler arasında bulunan büyük pelajik avcı türler, ekosistemin dengesinin giderek bozulduğunun bir göstergesidir. Bu geçiş dönemi boyunca avcı türlerin ortamdan çekilmesi, küçük pelajik balıkların ve bentik (deniz dibinde yaşayan) türlerden derin su pembe karidesinin stoklarında artışa neden oldu” dedi.
İklim değişikliğinin deniz suyu sıcaklıkları üzerindeki etkisinin 2010’lardan itibaren ciddi şekilde belirginleştiğinin altını çizen Demirel, Marmara Denizi için su kalitesi iyileştirme çalışmalarının sonuç verdiğini ancak bozulan besin ağı dengesi, değişen tür kompozisyonu ve devam eden aşırı avlanma nedeniyle, canlı kaynağı ve biyoçeşitlilik açısından durumun kritik seviyelere geldiğini ifade etti.
“Denizin Ekosisteminin Enerji Kapasitesi Önemli Ölçüde Azaldı”
Demirel, “Denizin ekosisteminin enerji kapasitesi son 30 yılda önemli ölçüde azaldı ve ekosistem, insan kaynaklı baskılara karşı sürekli olarak kırılgan hale geldi. Marmara Denizi’nde günümüzde ticari öneme sahip 48 balık ve 16 kabuklu olmak üzere toplam 64 türün avcılığı yapılıyor. Avcılığı yapılan tür sayısı da yıllar içinde azaldı. Son yıllarda, Marmara Denizi’nde toplam balıkçılığın %90’ını hamsi, istavritler, sardalya, palamut, lüfer, mezgit, tekir, kefal ve derin su pembe karidesinden oluşan 11 tür oluşturuyor. Bu türler için yapılan stok değerlendirme analizi sonuçlarına göre, mevcut balıkçılık baskısı, sürdürülebilir balıkçılığın devam etmesini sağlayacak değerden çok daha yüksek. Biyokütle değerleri çoğu stok için kritik derecede düşük, yalnızca karides biyokütle açısından iyi durumda ancak üzerindeki balıkçılık baskısı yüksek” şeklinde konuştu.
“Marmara Denizi Yaşarsa Akdeniz, Ege ve Karadeniz de Yaşar”
Sardalya hariç tüm stoklar üzerinde yüksek avcılık baskısı tespit edildiğini, özellikle palamut, hamsi, sarıkuyruk istavrit balığı üzerindeki av baskısının çok yüksek olduğuna işaret eden Demirel, “Berlam ve palamut stoklarının kritik biyokütle düzeyinde; tekir, mezgit ve lüfer stoklarının ise tekrar eski haline gelmesi mümkün olmayacak şekilde çökme tehlikesinde olduğu ortaya kondu” dedi.
İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İçsu Kaynakları Yönetimi Bölümü Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk, Marmara Denizi’nde biyoçeşitliliğin balıkçılık düzenlemeleriyle korunabileceğini, her yıl farklı bir uygulama yerine bölgesel, yerel kotalar konularak bunların denetlenmesi ve balıkçılara destek olunması gerektiğini söyledi.
“Marmara Denizi yaşarsa, Akdeniz, Ege ve Karadeniz de yaşar” tespitinde bulunan Öztürk, deniz koruma alanlarının önemini vurguladı.
“Deniz Koruma Alanı Oluşturulması Lazım”
Öztürk, “Marmara Denizi’nde en az iki-üç yerde deniz koruma alanı oluşturulması lazım. Özel Çevre Koruma Alanı ilan edilmesi güzel ama yetmez çünkü palejik canlı türlerinin atlama taşları Marmara Adası, Ekinlik Adası ve Avşa Adası’dır. Prens Adaları ise bu biyolojik koridorun başlangıcı olan yerdir. Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları kanalıyla bir biyolojik koridor görevi görür. Özel bir ekosistemi olduğu için, bu denizin çok iyi denetlenmesi, korunması ve kuralların iyi konulması gerekir” değerlendirmesinde bulundu.
Marmara Denizi’ndeki biyoçeşitliliği tehdit eden unsurlardan olan yabancı istilacı türlerin ekosisteme etkilerinin zamanla görüleceğini belirten Öztürk, “Ekosistemde yabancı istilacı türlere karşı duracak olan kılıç balığı, büyük karagöz, sargoz, orkinos gibi büyük ve dişli balıkları da avladığımız için istilacı türlerin nüfuslarını kontrol edecek balık kalmadı. Onun için daha çok yabancı istilacı türün gelmesi olası. İklim değişikliği nedeniyle deniz suyu sıcaklıklarının ve tuzluluğun artışı bu türler için avantaj” dedi.
Öztürk, “Marmara Denizi’ni korumak için herkesin eylem birliğine, inanmışlığına ihtiyacımız var, hep birlikte Marmara Denizi’ni konuşmamız lazım. Sadece bilim insanlarının, akademisyenlerin, politikacıların meselesi değil, ulusal bir mesele olması lazım çünkü Marmara Denizi bizim yatak odamız. Kuzeyi, güneyi, doğusu ve batısıyla, her tarafıyla bizim olan denizimiz” diye konuştu.