Enerji

Muzaffer Akpınar: Sürdürülebilirlik Bir Refleks Olmalı

Uzun yıllar telekomünikasyon devi Turkcell’in Genel Müdürlüğünü yapan Muzaffer Akpınar, bir süredir Dost Enerji ile yenilenebilir enerji alanında faaliyet gösteriyor. Türkiye’nin en önemli profesyonel yöneticilerinden biri olan Akpınar, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir iş yapma biçimleri ve bu alana dönük kamu politikaları ve yatırımlarla ilgili görüşlerini bizlerle paylaştı.

Rüzgarda ve Güneşte Avrupa İkincisiyiz
Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklan potansiyeli bakımından çok özel bir pozisyonu var. Türkiye Avrupa’da, rüzgâr enerjisi açısından İngiltere’den sonra ikinci; güneş enerjisi olanakları açısıdansa İspanya’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Jeotermalde ise Avrupa birincisi, dünyada da ya dördüncü ya da beşinciyiz. Ancak bu kaynaklar arasında jeotermal çok daha küçük bir dilim teşkil ediyor. Rüzgârla güneş arasında ise şöyle bir önemli fark var: Rüzgâr enerjisi serbest piyasada rekabet edebiliyor; güneş henüz edemiyor. Bu yüzden güneşin desteğe ihtiyacı var.

Mevzu, Sadece Ticari Olmaktan Çıkıyor
Türkiye’de toplam enerji gücünün yüzde 55’i doğalgaz kaynaklan üstüne kurulu. Türkiye aynı zamanda dış ödeme dengesizliği yaşayan bir ülke. Bu yüzden de Türkiye’nin artık yenilenebilir enerji kaynaklarını mümkün olduğu kadar fazla kullanması gerekiyor. Dünyada da bu konu giderek daha fazla vurgulanıyor. Mevzu, ticari olmaktan öte bir hâl aldı. Aritmetik olarak rakamları toplayınca, çarpınca, bölünce bu işin dip noktası pozitif çıkıyor ama dünyayı korumadıkça bu aritmetiğin çok da fazla bir anlamı kalmıyor. Şu anda onu ölçmek de mümkün değil bence ama biz yine de ölçmeye çalışıyoruz. Karbon sertifikalarındaki bir tonluk emisyonun bedeli bir ölçüdür. Böylece kirletmenin bir bedeli çıkmış oluyor. Bence o öyle bir sınıra gelecek ki artık ölçmek mümkün olmayacak.
Şimdi bir tane raf fiyatı koyduk karbona. Tonu 6 Euro mu 9 Euro mu, bir yerlerde salınıyor fiyatlar. Voluntary Emissions Reduction’dan (Gönüllü Karbon Piyasalarından) bahsediyorum. Bizler Kyoto’ya imza koymuş olmamıza rağmen o pazarda henüz malımızı satamıyor olduğumuz durumdaki fiyat bu. Kirlilik belli bir noktayı aştığında, bu fiyatın artık ehemmiyetsiz ve ölçülemez noktaya geleceği kadar önemli bir durumdayız.

Kriz Geçici Bir Durgunluk Yarattı
Başka bir kısıt da ekonomik kriz oldu. Ekonomik krizin etkisini Kopenhag’da bir sonuca varılamaması anlamında gördük. Ülkeler aslında konuya duyarlı olmalarına rağmen kendi iç sorunları ve bozuk bütçeleri sebebiyle konuya ehemmiyet veremiyorlar ama bu geçici bir durum. Sürecin önü biraz tıkandı ama bu durum geçici. Bu durgunluk eninde sonunda biter ve yatırımlar hızla artmaya devam eder.
Şu anda Türkiye’de toplam 808 megawattlık bir rüzgâr gücü var. Hâlbuki Türkiye’de çeşitli hesaplamalara göre, 10 ile 80 bin megawatt arasında değişen bir rüzgâr enerjisi potansiyeli var. Bunun en dip noktasını alsak bile çok önemli bir hedef duruyor ortada; ki devletin 2020’ye kadar 15 bin megawattlik rüzgâr enerji yatırımını öngören bir policy paper’i var. Şu anda 30003500 megawattlik bir lisans dağıtımı yapılmış durumda. Bunların bir kısmi başlangıç aşamasında; bir kısmi türbin sipariş etmiş bekliyor, bir kismi da inşaata başlamiş. Bunlarin dişinda, 1 Kasim 2007 tarihinde yapilmiş başvurular var ama henüz bunların lisansları da dağıtılmamış durumda. TEİAŞ’ın da kısıtları dikkate alındığında bu başvurular arasından 35005000 megawatthk civarında bir lisans da önümüzdeki süreçte piyasaya dağıtılacak.

Rüzgâr Türbinleri Artık Anında Teslim
Ekonomik durgunluktan sonra enerji tüketiminde daralma oldu. Boru hattındaki yatırımlar da devreye girince arz ve talep arasındaki makas da açıldı. Bu makas da fiyatlara yansıdı. Şimdi üreticiler tarafından verilen fiyatlar 5,56 Eurocent civarında. Hâlbuki bu fiyatlar mesela 2008’de 7,58 Eurocent dilimine oturmuştu. Bu fiyatlar bankaların kredi vermesi açısından önemli ve bu şekilde birim fiyatlar düştükçe bankalar kredi vermemeye başlayabilir. Ekonomik krizin olumlu tarafı da, mesela türbinler artık çok daha kısa sürede teslim ediliyor.

Çevre Bilinci Refah Altında Büyür
Şirketler sonuçta ekonomik organizmalar. Önce kendilerini, sonra çevreyi kurtarıyorlar. Bilinç, refah altında büyüyebiliyor. Şirketler, kendi karbon ayak izlerini yeni yeni çıkarıyorlar. Bir süre sonra onlar da Voluntary Emissions Reduction adayları haline gelecekler. O bilinci sizinki gibi yayınlar yükseltebilir. Örneğin tasarrufa yönlendirebilir. Biliyorsunuz, eski enerji bakanı eski ampullerin tasarruflu ampullere çevrilmesi kampanyasından elde edilecek gelirin bir GAP Projesiyle eşdeğer olduğunu dile getirdi. Bu çok büyük bir rakam…

İnnores ve Kores’in Kanatları Dönüyor
Dost Enerji Aralık 2006 yılında kuruldu. Mart 2007’de ilk lisans sahibi şirketi İnnores’i satın aldık. İçinde 42,5 megawatthk bir lisans var. Bergama’daki bu tesisi bir yılda ayağa kaldırdık ve şu anda TEİAŞ’a elektrik satıyoruz. İnnores, senede 10 milyon kilowatt saat elektrik üretiyor. Bu senede 113 bin ton karbon emisyon tasarrufuna denk geliyor. 113 bin ton karbon tasarrufu, 32 bin aracın 20 bin km yol gittiğinde havaya saldığı seragazına eşit.
Aralık ayından itibaren bir rüzgâr enerjisi sahamız da Çeşme’de Kores adıyla faaliyet göstermeye başladı. Toplam 808 megawattlık mevcut gücün içinde 57,5 megawatthk kurulu gücümüz var. Bu iki yatırımın tevzi projeleri de var. 15 megawatthk bir tevzi yatırımı için EPDK’dan onay aldık. Onun ön şartlarını yerine getiriyoruz. Böylece 80 megawatthk bir birikime erişebiliriz. Şu anda ayrıca onay bekleyen 5 lisansımız ve 200 megawatthk bir başvurumuz var. Bunun hepsinin gerçekleşmesi mümkün değil, onu biliyoruz. Kıt kaynaklarla trafo başına yüzde 5’ten fazla rüzgâr yatırımı yapılamaz engeli olduğu için orada bir ihale süreci yaşanacak. Bunu normal karşılıyoruz. Ama ne kadar lisans alırsak derhal üretime geçeceğiz.

Rüzgâr Lisansları 3 ile 6 Ayda Belli Olur
Rüzgâr, süreğen bir enerji kaynağı değil. Rüzgâr esmediğinde üretim kesilir. Ayrıca şebeke de dinamik bir yapıdır, enerjiyi depoIayamaz. Bu nedenle aynı bir havuz denklemi gibi, üretim ve tüketimin sürekli dengelenmesi gerekiyor. Yoksa sürekli arızalara neden olur. Bu nedenle EPDK ve TEİAŞ, lisans konusunda çok titiz davranıyor ve iki yıldır lisans başvuruları konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Epey bir yol aldılar. Benim tahminim üç ila alti ay içinde konu bir neticeye varir ve Türkiye bir yatirim hamlesine girer. Bizler de ona göre büyümeye devam edebileceğiz. Birim fiyat, finansman gibi sikintilar var ama hiçbir iş hiçbir zaman çok uzun süre çok iyi gitmez. O yüzden şevkimizi hiç kaybetmiyoruz.

Güneş Enerjisi Sübvansiyona Bağlı
Biz güneş enerjisiyle ilgili dosyamizi oluşturduk, klasörümüzü paketleyip kenara koyduk. Bu konuda yatirim yapilabilmesi için devlet sübvansiyonu gerekiyor. Gelişmiş ülkeler bu konudaki kararlarini aldilar. Sübvansiyonlar başladi. Gelişmekte olan ülkelerde bu kararlar daha zor aliniyor. Güneş enerjisiyle ilgili tereddüdün sebebi şu sorudan kaynaklaniyor: Bu teknolojik know how bizim ülkemizde mi gelişir? Yoksa kendi sermayemizle diğer ülkelerin know how’unu mu desteklemiş olacağiz? Bu durum hâlâ netleşemedi. Bir de burada farkli bir birim fiyat belirlenmesi lazim. Avrupa’da belirlenen birim fiyat 3040 Eurocent civarinda. Türkiye’de daha önce hazirlanan yasa taslağinda 2428 Eurocent gibi bir fiyat dilimi konuşuluyordu ama mali açidan bakildiğinda karara bağlanamadi. İleride tekrar bir taslak çalişmasi olabilir ama o zamana kadar sadece biz değil, hiç kimse bu konuda bir yatirim yapamaz.

Sürdürebilirlik Daha Refleksimiz Değil
Türkiye iş dünyasi olarak sürdürebilirlik anlaminda yolun çok başindayiz çünkü bu konunun çok iyi içselleşmesi ve refleks haline gelmesi lazim. Gelmezse ticari bir öncelik bulmuyor. Henüz ticari bir prim almiyor ve maliyet içeriyor. Şirketlerin yönetim biçimini değiştirmesi, atiklarini yönetmesi, bugün bir kiymet değil. Hele Kyoto sözleşmesi kapsaminda üzerine mecburiyetler binmemiş şirketler için, bu sadece bir sosyal sorumluluk projesi. O da ekonominin biraz daha iyi olduğu şartlarda ciddi bir bilinç seviyesiyle yapilabilir.
Herkes can derdinde, herkesin önceliği farkli. Onun için yavaş gelişiyor ama bir an düşünüp o sikintili gündemlerden siyrilip otuz yil sonra nasil bir dünyada yaşayacağimiz üzerinde düşünmek gerekiyor. Belki o zaman bugünkü hiçbir hizmet, hiçbir ürün kalmayacak. Onu düşünerek bugünden davranmak biraz zor bir şey ama yapmak lazım.

Bu Dünyadaki Varoluş Sebebimiz
Ortak paylaşilan sorumluluk ve yükümlülükler insan doğasi gereği biraz ortada kaliyor. Ama unutmamak gerekir ki doğa da güçlü bir olgudur. Sürekli daha sik, daha keskin bir şekilde kendini hatirlatiyor. Aslinda burada felsefi bir tartişma da var. Yaşam nedir? Bu dünyada varoluş sebebimiz nedir? Bu varoluşumuzu sürdürebilmenin temeli nedir? gibi sorular geliyor ama bu konuda yönetici ve liderlere çok iş düşüyor. Liderlik taniminin neticeye etki eden insan olduğunu düşünürsek, sonuca siradişi bir şekilde olumlu etki eden herkes lider davranişi gösteriyor demektir. Bu davranişin gelişebilmesi için bakiş açisinin bir yildan otuz yila uzayabilmesi lazim. Bunun olabilmesi için de insanlarin temel şartlarini yerine getirebilmesi lazim. Aç olmamali, eve ekmek götürebilmeli, hasta olmamali. Bu da saygi duyulmasi gereken, insani bir şey.

About Post Author