#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Nükleer Enerji Ve Türkiye

Ülkemiz her geçen yıl gerek nüfus gerekse de ekonomi açısından daha da büyüyor. Bu büyümenin en doğal sonuçlarından biri gittikçe artan enerji ihtiyacı. Her türü ile enerji, hayatımızın büyük bir parçasını egemenliği altına aldığından, bu enerji ihtiyacını karşılayabilmek devletin planlaması açısından yaşamsal önem taşıyor. Bu planlamanın iç ve dış politikayı ilgilendiren pek çok unsuru bulunuyor. Bu yazıda, bu politik unsurlardan ziyade konunun teknik yanlarını ele alacağız.
Enerji ihtiyacını karşılayabilmenin iki temel yolu var. Bunların biri enerji arzını artırmak, diğeri de enerji talebini azaltmaktır.
Ekonomiyi küçültmeden ve vatandaşları kısıtlamadan enerji talebini azaltabilmenin tek yolu enerji verimliliğini artırmaktır. Ülkemizde enerjinin çoğunluğu devlet ve endüstri sektöründe kullanıldığından, başta “Aman evdeki televizyonunuzu düğ- mesinden kapatın” türü kamu spotlarındansa, özel sektörün ve özellikle de devletin enerji tüketimini kontrol altına alması lazım. Sanayinin gelişimini teşvik etmek doğru bir politika olabilir, ancak bununla birlikte sanayiye verilen enerjinin aslında bir bedeli olduğu ve aynı işi üretmek için daha az enerji tüketen işletmelerin de teşvik edileceği bir sistem kurulması gerekiyor. Sanayide enerji verimliliğini sağlamak önemli bir gelir kalemi olmadığı müddetçe enerjiyi doğru kullanabilmemiz mümkün olmayabilir.
Enerjiyi doğru kullanmadığımız zaman karşımıza çıkan temel sorunlardan biri de doğal olarak daha fazla enerji üretmek için potansiyel artırımı olacaktır. Bizler öğrenciyken derslerde ülkemizin su zengini bir ülke olduğu ve enerji ihtiyacını barajlardan kazandığı öğretilmişti. Ancak günümüze geldiğimizde ülkemizin su zengini olmadığını, hatta su fakiri olmaya doğru hızla yol aldığını, barajlardan elde ettiğimiz enerji oranının da tüm elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık %20’sini ancak bulduğunu görüyoruz. Ayrıca geçen zaman içerisinde yağış rejimlerindeki değişimle barajlardan kazanabileceğimiz enerjinin azalmasının yanında bir de bu barajların doğaya verdikleri zarar görüldüğünden barajlara güvenerek enerji planlaması yapabilmek doğru bir çözüm olmuyor.

En Doğru Çözüm Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Destek Vermek
Küresel iklim değişikliğinin nedenlerinin başında bizlerin atmosfere saldığı seragazları geliyor. Bu seragazlarının en önemlisi ise karbondioksit. Karbondioksit, bizim yaktığımız fosil yakıtlardan; yani kömür, petrol ve doğalgazdan dolayı atmosfere salınıyor ve küresel ısınmaya yol açıyor. Fosil yakıtların da en önemli kullanım amacı, elektrik enerjisi üretimi. Ülkemizdeki elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık %70’i fosil yakıtlar kullanılarak yapılıyor. Bu miktarın çoğu yurtdışına bağlı olduğumuz doğalgazın termik santrallarda yakılması ile sağlanıyor. Kömür yakan termik santrallarda bile çoğunlukla kendi ülkemizden çıkartılan düşük verimli linyit kömürü yerine ithal kömür kullanılıyor. Linyit kömürü kullanıldığında ise bunun küresel ısınmaya kötü etki etmesinin yanı sıra hem çıkartılırken yaşanan maden kazaları hem de yandığında çıkan diğer zararlı maddeler nedeniyle istenmeyen etkilerinin hayli fazla olduğu görülüyor.
Ancak devletimiz, artan enerji ihtiyacını karşılamak için ilk olarak yerel kömürle çalışan termik santrallar yapımına öncelik vermiş. Bu tercih, çevre kirliliği açısından bakıldığında en kötü çözümdür. Bunun alternatifi olarak ithal kömürle çalışan termik santrallar ve doğalgaz santralları görülüyor. Hidroelektrik santralları yapımında ise çevre etki değerlendirme raporu istenmesi zorunluluğu kaldırıldığından bu yana özellikle yurtdışından bulunan kredilerdeki azalma bu sektörün de durağanlaş- masına yol açıyor. Ayrıca 2012-2014 arasında yaşanan ciddi kuraklık bu tesislerdeki enerji üretiminin sürdürülebilirliği açısından önemli soru işaretleri de oluşturuyor.
Tüm bu olumsuzlukların yanında aslında karşımızda önemli iki sorun var. Bunların ilki ve en önemlisi, küresel iklim değişikliği. Bu değişiklik, dünya üzerindeki yaşamı ciddi anlamda tehdit ettiğinden diğer tüm sorunlar karşısında çok daha büyük ağırlık taşıyor. Yani konu dünyadaki yaşamın geleceği ise gerisi teferruattır. Bu nedenle ne durumda olursak olalım, fosil yakıt tabanlı sistemler üretmekten uzak durmamız gerekiyor. Bunun en önemli sebebi, kömürle çalışan bir termik santral kurulduğunda bu santralın ömrü kadar, yani en az 40-50 sene bu santralda kömür yakılarak atmosfere karbondioksit salınacağı gerçeğidir. Ekonomik açıdan elimizdeki kömürle çalışan termik santralları kapatamasak bile en azından yatırım planlarımıza yenilerinin yapılmaması gereğini koymak zorundayız. Dünyanın geleceğini hiç düşünmesek bile petrol, kömür ve doğalgaz üretimi sürdürülebilir değildir. Yakın gelecekte miktarları azalıp talebe bağlı olarak fiyatları arttığında üretilecek olan elektriğin de bize olan maliyeti gün geçtikçe artacaktır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, fosil yakıtlara dayanan elektrik üretim sistemlerini terk etmemizin vaktinin çoktan geçtiği görülebilir.
Bu durumda devletin enerji sağlama sorumluluğunu yerine getirmek için yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimine destek vermesi en doğru çözümdür. Fosil yakıtların aksine yenilenebilir kaynaklardan, yani güneş ve rüzgardan elde edilen ener- jinin maliyeti gelişen teknolojilerle birlikte her geçen gün düşüyor. Güneş ve rüzgar enerjisi doğanın bize sunduğu kaynaklar olduğundan, çok uzun süre tükenmeden bize enerji sağlayabilirler.

Elektrik Üretimini Merkezileştirmek Sorunu
 Daha da Artırır

Güneş ve rüzgar kaynaklı yenilenebilir enerjinin bu denli büyük avantajlar getirmesinin karşısında enerji sağlamada devlet tekelinin kırılmasına neden olmasından dolayı devletimiz bu yenilenebilir enerji türlerine çok da sıcak bakmıyor. Oysa enerji ihtiyacı bizden çok daha fazla ama yenilenebilir enerji kapasitesi bizden çok düşük olan Orta ve Kuzey Avrupa ülkeleri, enerjilerinin çoğunu bu kaynaklardan sağlayacak altyapıyı kurarak önemli bir adım atmış durumdalar. Kıt yenilenebilir kay- naklara sahip ülkelerin bile bu yolda bizden ileri olmaları “yenilenebilir kaynaklardan ihtiyacımızın tamamını karşılayamayız” argümanının da ne denli hatalı olduğunu gözler önüne seriyor.
Tüm bu seçimlerle karşılaşan devletimiz bir nükleer santralın temelini atmış, diğeri için de anlaşmaları tamamlamış durumdadır. Dünyanın karşılaştığı en büyük sorunun küresel iklim değişikliği olduğu perspektifinden konuya yaklaştığımızda nükleer santrallar, atmosfere fosil yakıtla çalışan termik santrallardan çok daha az zarar verirler. Bu nedenle, yenilenebilir kaynaklardan yeterli miktarda elektrik üretmemek ve ürettirmemekte ısrarcı olan devletimiz açısından önümüze fosil yakıtlar veya nükleer enerji seçimi sunuluyorsa, benim seçimim nükleerden yana olacaktır. Unutmamamız gereken son bir noktayı geçtiğimiz ay birlikte yaşadık. Elektrik üretim ve dağıtım sistemimizde yaşanan arızayla birlikte ülkenin önemli bir kısmı- na elektrik enerjisi verilemedi. Bu aslında neden nükleer enerjiye ihtiyacımız olduğunu değil, aslında neden dağıtılmış sistemlerle herkesin mümkün olduğu ölçüde kendi elektriğini üretmesi gerektiğini gösteren bir kanıttır. Elektrik enerjisi üretimini merkezileştirmek bu şekilde yaşanacak sorunları sadece artırır. Ülkenin her yerinde güneş ve rüzgardan kendi enerjimizi üretebilecek olursak, merkezi sistemlerde oluşabilecek arızalara karşı da dayanıklılığımız o derece artar. Bu da sürdürülebilir bir sistem oluşturmamız için atılacak en önemli adımlardan biridir.

EkoIQ Editör