Dergi yayıncılığında kadın suretinin kullanımı konusunda sık sık gündeme gelen bir tartışma vardır: Yayınlarda neden bu kadar çok kadın görseli kullanılıyor? Bu kadın fotoğraflarının kullanılmasının, kadının seyirlik bir materyal, ataerkil ve maço toplum yapısında kadının bir arzu nesnesi olarak görülmesinin hem sonucu hem de nedenlerinden biri olduğu da, toplumsal cinsiyet ve kadın araştırmalarında yoğun olarak dillendirilir. EKOIQ’nun arşivinde şöyle bir gezindiğinizde de “kadın fotoğrafları” değil ama kadınların fotoğraflarının ezici bir çoğunlukta olduğunu görebilirsiniz. Ama bunun nedeni, başta belirttiğimiz durumun hemen hemen tam tersi bir eğilimden kaynaklanıyor: Kadınlar ekoloji ve sürdürülebilirlik çalışmalarında hep en öndeler. Yani istesek bile, kadınların fotoğraflarını azaltmamız mümkün değil. Mümkün değil çünkü onlar bütün bu çalışmalarda hep başroldeler. Bu yeni bir eğilim de değil. Tarihsel boyutta baktığınızda da, ekoloji hareketlerinin başını çekenlerin arasında kadınlar yoğunlukta olmuş…
***
Bu yazı burada yeniden başlıyor çünkü Özgecan’ın haberi geldi… 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, mart ayında kadınlar ve ekoloji ile kadınların konumunun güçlendirilmesi konularında iki kadın dostumuz iki yazı hazırlıyorlardı. Bu yazıyı yazmaya başlarken, her tür ekoloji, çevre çaba ve mücadelesinin arkasından kadınların çıktığına parmak basmaya; hatta kurumlarındaki sürdürülebilirlik yöneticilerinin bile çoğunun kadınlar olduğuna değinecektim ki, Özgecan’ın haberi geldi.
***
Bir ağıt mı yakmak gerekiyor, yoksa hem dünyada hem de Türkiye’de kadınlara yönelik bu hunharca olayları lanetlemek mi? Olaylar tabii ki sadece böylesi trajik vakalarla da sınırlı değil. İşyerlerinde, sokaklarda, gazete manşetlerinde, sosyal medyanın orasında burasında, mobbingler, tacizler, aşağılamalar, hakaretler, bütün bu büyük resmin küçük ama mide bulandırıcı parçaları… Ve sonunda şiddetle sonuçlanan o kara resim, o minik parçalardan oluşup, böyle karabasan gibi çöküveriyor üzerimize…
***
Bütün bu aşağılık bakış ve eylemlerin, daha yazıya ilk başlarken belirttiğimiz eğilimlerle de başka bir düzlemde ilişkisi var aslında. Kadınlar, kendi varoluşlarını, tarihin derinliklerinde yitip gitmiş anaerkil topluluklardan bu yana belki ilk defa bu kadar net bir şekilde ortaya koymaya başladılar. Bütün bu olup bitenlerin, kadınların varoluş mücadeleleriyle gerçekten kopmaz bir ilişkisi var. Hem dünyada hem ülkemizde kadın istihdamı artıyor. İş, istihdam oranlarıyla da sınırlı değil; kadınlar giderek hem toplumsal yaşamda hem de işgücünde daha kritik konumlara doğru ilerliyorlar. Nasıl yenilenebilir enerji, tüm karanlık fosil yakıt odak ve lobilerini, tüm engellemelere rağmen darmaduman etmeye başladıysa; nasıl organik tarım, toprağı iğdiş eden kirli endüstriyel tarım faaliyetlerini dört bir yandan ufak ufak kuşatıyorsa, kadınlar da, kendilerine binyıllardır giydirilmiş deligömleğini yırtıp atmaya hazırlanıyorlar. Ve işte bu yüzden, EKOIQ’nun sayfaları, daha ilk başlangıcından itibaren kadınlarla dolu. Ama o kirli maço dünyanın görmek ve kontrol altına almak istediği “kadın suretleriyle” değil, toplumsal değişim ve gezegenin geleceği için uğraşan gerçek kadınlarla. İşte o gerçek kadınlara selam olsun…
***
Eğer dünyada adil, mutlu, huzurlu ve sürdürülebilir bir yaşam kurulacaksa, işte bu kadınlar sayesinde olacak. Kimseyi aziz veya azize ilan etmenin bir yararı yok. Bu yolun amacı için ne Özgecan’ın ne de başkalarının o güzelim canlarını kaybetmesine de gerek yok; olmamalı. Onların ismini belki de sadece, durmadan karanlıktan bahsetmek ve onu çağırmak yerine, umudu diri tutmak için hatırlamalı…