#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Seragazı Karnemiz Kırıklarla Dolu

Germanwatch ile Küresel İklim Ağı-Avrupa’nın (Can Europe) birlikte hazırladığı İklim Değişikliği Performans Endeksi’nde Türkiye “çok kötü ülkeler” kısmına girerek 61 ülke arasından 51. oldu. Endeks, salım seviyesi, salım seviyesinde sağlanan iyileşme, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve devlet politikaları kriterlerine göre hazırlanıyor. Verileri yorumlayan Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği’nden iklim değişikliği uzmanı Gamze Çelikyılmaz Aydemir iklim değişikliği ile mücadele etmek ve seragazı salımını azaltmak için yapılması gerekenlere dikkat çekiyor.

İklim değişikliği, gelmiş geçmiş en büyük küresel çevre felaket­lerinden biridir. Bu konunun küresel bilimsel araştırma otoritesi olan Uluslararası İklim Değişik­liği Paneli (IPCC) verilerine göre dünyanın geri dönüşü olmayacak küresel iklim felaketlerinden ko­runabilmesi için küresel sıcaklık artışını 2°C’nin altında tutması gerektiğini biliyoruz. IPCC 2013 Raporu, 2°C’nin altında kalma se­naryosunun gerçekleşebilmesi için küresel karbon bütçesine şu ana kadar gerçekleşmiş emisyonların üzerine en fazla 990 GTCO2 daha eklenebileceğini belirtiyor. Bu se­naryonun gerçekleşebilmesi için küresel seragazı emisyonları 2020 yılına kadar zirveye ulaşıp, ondan sonra inişe geçmek zorunda. Bu da ancak fosil yakıt kaynaklı enerji tü­ketiminin azaltılması ve mümkünse fosil yakıtların devreden çıkartılma­sı ile gerçekleşebilir. IPCC raporları ve ilgili makaleler, bu senaryonun gerçekleşebilmesi için kömür re­zervinin en az %80’inin, petrolün %30’unun, doğalgazın ise yarısının (%50) kullanılmaması gerektiğini gösteriyor. Bu amaca ulaşmak için sadece gelişmiş ülkelerin değil, ge­lişmekte olan ülkelerin ve Türkiye gibi geçiş ekonomilerinin de üze­rine düşen görevi yerine getirmesi gerektiği açık bir gerçek.

Fosil Yakıtlardan Kaçabilmek
Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de seragazı emisyonları 1990 yılından itibaren ekonomik gelişme ile birlikte artış gösterdi. Nisan 2014 tarihli Ulusal Envanter Raporu’na göre 1990-2102 yılları arasında Türkiye’nin seragazı emis­yonları %133,4 artarak yaklaşık 440 Mton/yıla ulaştırdı ve Türkiye’yi dünya emisyonlarının yaklaşık %1’ini oluşturur hale getirdi. Türkiye’de seragazı emisyonlarının 2012 yılı rakamları ile 308,6 milyon tonluk kısmı (%16,52), yani %81,2’si enerji sektöründen kaynaklanıyor. Enerji sektörünü 62,77 Mton ile endüstriyel süreçler; 36,22 Mton ile (%9,53) atıklar ve 32,28 Mton ile (%8,49) tarım sektörü kaynaklı emisyonlar takip ediyor. Enerji sek­törü kaynaklı emisyonların %85’ini ise fosil yakıtların yakılmasından kaynaklı emisyonlar oluşturuyor. Ulusal envanterdeki enerji sektörü kategorisini ise elektrik üretimi, pet­rol rafinasyonu, ulaşım ve bazı üre­tim sektörleri gibi emisyonu yoğun sektörler meydana getiriyor. Özetle, Türkiye’nin seragazı emisyonlarını düşürmek istiyorsak bu sektörlerde fosil yakıt tüketiminden kaçınmanın yollarını aramamız gerekiyor.
Elbette Türkiye de pek çok ülkede olduğu gibi enerji arz güvenliği ve enerjide bağımsızlık gibi nedenler­den dolayı mümkün oldukça yerel kaynaklara yönelmeye çalışıyor, kaynak çeşitliliği için yeni yollar arıyor ve mümkün olan en ucuz ve sürekli enerji tedarikçisi ülkelerle anlaşma imzalamaya gayret gösteri­yor. Ve yine pek çok ülkede olduğu gibi enerji arz güvenliği çevresel sürdürülebilirliğin önüne geçiyor. Oysa unutulmamalıdır ki, sürdürü­lebilir temiz yakıtlar, yenilenebilir enerji teknolojileri ve enerji verimli üretim ve ulaşım teknolojileri aslın­da hem ülkenin enerji arz güvenli­ğini destekler, hem enerjide dışa bağımlılığı ortadan kaldırır, hem de Kyoto Protokolü gibi uluslararası anlaşmalardaki mevcut ve gelecek yükümlülüklerimizi yerine getirme­mizi sağlar.

Bu Grafik Nasıl Geri Çekilebilir?
Türkiye, 2009 yılında Kyoto Protokolü’nü imzalamış, ancak di­ğer Ek 1 ülkelerinden farklı olarak seragazı azaltım hedefi koymamıştı. Ancak bu durumun özellikle 2015 sonunda gerçekleşecek Paris Taraf­lar Toplantısı ile değişmesi ve tüm dünya ülkeleri ile birlikte bağlayıcı bir emisyon azaltım hedefi konması bir zorunluluk haline geldi. Bu yön­de ilk adım 2012 yılında “Seragazı Emisyonlarının Takibine Dair Yö­netmelik” ve ardından gelen ilgili tebliğ sayesinde atıldı. Yönetmelik kapsamında emisyonu en yüksek üretim sektörlerine 2016 yılından itibaren yıllık seragazı emisyonla­rını hesaplama ve raporlama zo­runluluğu getirildi. Yönetmeliğin kapsamının ileriki yıllarda diğer üretim sektörlerine genişlemesi bekleniyor. Bunun dışında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, pek çok kilit kurum ile birlikte iklim değişikliği ile ilgili uluslararası yükümlülük­lerin yerine getirilmesi için gerekli izleme, raporlama ve doğrulama sistemlerinin iyileştirilmesi amacı ile gerek uluslararası, gerekse yerel finansman kaynaklı pek çok proje yürütüyor. Bu sayede Paris Taraf­lar Toplantısında alınabilecek olası bağlayıcı kararlara Türkiye’nin ha­zırlıklı olması hedefleniyor. Ayrıca, Avrupa Emisyon Ticareti sistemine (EU ETS) entegrasyon ve Türkiye karbon borsasının kurulması için de çalışmalar devam ediyor.
Elbette Türkiye’nin son 25 yıllık seragazı emisyonlarının artış gra­fiğinin aşağı çekilmesi ve bununla ilgili doğru kararların verilmesi için atılması gereken daha pek çok adım mevcut ve acilen harekete geçilmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye gibi geçiş ekonomilerinde artan enerji talebi nedeniyle her yıl yeni bir santral yapılıyor ve bu santralların ortaya çıkardıkları emisyonlar santralın tüm ömrü boyunca devam ediyor. Yerel kaynak olduğu için sıkça kullanılan ancak ısıl değer olarak uluslararası standartların çok al­tında olan linyit kömürü kullanan termik santralların yerine dağınık üretim (distributed generation) yapan rüzgar, güneş ve biyokütle entegre tesisleri gibi sistemlere geçiş için fizibilite çalışmaları yapıl­ması acil bir durum. Maalesef halen Türkiye’nin portföyünde çok fazla yeni yapılacak kömür santralı var. Mevcut finansal destekler yenile­nebilir enerji kaynakları yatırımına yönlendirilebilirse, ilk yatırım mali­yeti konusunda soru işaretleri yara­tan yenilenebilir enerji teknolojileri daha kolay uygulanabilir. Sektörel olarak yine en yüksek emisyon pa­yına sahip olan sektörlerden ulaşım için motorlu toplu taşıtlar yerine hafif raylı sistem ağlarının geliştiril­mesi gibi temiz teknolojilere geçil­mesi de değerlendirilmeli.
Türkiye, üretim sektöründe sera­gazı emisyonlarının azaltılması için attığı adımları, enerji sektöründe elektrik üretimi konusunda da ata­bilir ve elektrik üretiminde KWh başına düşen emisyonlarını sınır­landırmayı başarabilirse, hem ener­jide dışa bağımlılıktan kurtulmakta önemli bir adım atmış, hem de ulus­lararası seragazı azaltım yüküm­lülüklerini yerine getirmekte çıkış yolu yakalamış olacak. Beraberinde getireceği çevresel kalitenin artırıl­ması, toprak ve su kaynaklarının korunması, işgücü yaratılması gibi çevresel, ekonomik ve sosyal sür­dürülebilirlik adımlarının da genel olarak sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunacağı açık…

Biyolojik Cari Açığımız da Büyüyor
Bir ülkenin geleceğinde, en az GSMH kadar öneme sahip olan Ekoloik Ayakizi konusunda Türkiye’nin durumunu sorduğumuz WWF Türkiye İletişim Direktörü Özgür Gürbüz, “Türkiye’nin, diğer ülkelerden temin ettiği biyolojik kapasite de giderek artıyor” diyor. Bu da bir başka cari açık biçimine işaret ediyor aslında…
Türkiye’de 2007 yılında 2,7 kha olan tüketimin Ekolojik Ayakizi dünya ortalamasına eşit, Akdeniz ülkelerinin ortalamasından daha düşük. Türkiye’de tüketimin Ekolojik Ayakizi, kişi başına düşen küresel biyolojik kapasitenin 1,5 katı. Bu durum, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de sürdürülebilir olmayan bir yaşam biçiminin işareti. Türkiye’nin ulusal biyolojik kapasitesi kişi başına 1,3 kha (küresel hektar). Biyolojik kapasitemiz dünya ortalamasının altında olduğu için, ulusal ekolojik açığımız küresel açıktan çok daha yüksek. Ekolojik limit aşımı dediğimiz bu açık, biyolojik kapasite ihtiyacının kısmen ülke dışından tedarik edildiğini gösteriyor. Türkiye’nin, diğer ülkelerden temin ettiği biyolojik kapasite de giderek artıyor. Tüketimin kişi başına düşen Ekolojik Ayakizi küçük miktarlarda artarken, üretimin kişi başına düşen Ekolojik Ayakizi’nde 1961’den bu yana küçük bir düşüş oluşmuş durumda.
1961 ve 1988 yılları arasında Türkiye’nin ülke dışına gönderilen biyolojik kapasitesi dışarıdan alınandan fazlaydı. 1988 yılı ise Türkiye’nin net biyolojik kapasite ihracatçısı olduğu son yıl. Türkiye, 1989’dan beri net biyolojik kapasite ithalatçısı konumuna geçti. Türkiye’de yaklaşık 30 yıldır tüketimin Ekolojik Ayakizi sınır ötesi kaynaklara dayanıyor ve sürekli artıyor. Günümüzde ithalat yoluyla karşılanan ekolojik ürün ve hizmet talebi, “Tüketimin Ayakizi”mizin yaklaşık % 20’si.
Ekolojik Ayakizi Nedir?
Mevcut teknoloji ve kaynak yönetimiyle bir bireyin, topluluğun ya da faaliyetin tükettiği kaynakları üretmek ve yarattığı atığı bertaraf etmek için gereken verimli toprak ve su alanıdır. Ekolojik Ayak İzi “küresel hektar” (kha) ile ifade edilir. Buna altyapı ile atık karbondioksitin (CO2) emilimini sağlayacak bitki örtüsü için gerekli alanlar da dahildir.

EkoIQ Editör