Dünyada ve Türkiye’de yaşanan çevresel, insani ve toplumsal kriz süreçlerinde tüketicilerin geçimini sağlamak için stokçuluğa yöneldikleri izleniyor. Stokçuluğun toplumsal eşitsizliği derinleştirdiğine dikkat çeken uzmanlar, toplumsal dayanışmanın sürdürülebilmesi için bireyler, topluluklar ve toplumlara güven veren ekonomi, sağlık ve adalet politikaları üzerine düşünmek gerektiğinin altını çiziyor.
Evlerde yapılan stokçuluk konusunu değerlendiren Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Arş. Gör. Dr. Berat Dağ, stokçuluğun üreticilerin tedarik ettiği metalar üzerinden daha fazla kâr elde etmek için bu metaların gayrimeşru bir biçimde istiflenmesi ve depolanması anlamına geldiğini ifade etti.
“Krizler Tüketicileri Stokçuluğa Yönlendiriyor”
Üreticilerin stokçuluk yaparak elindeki metaları fahiş fiyatlara satışa sunması sürecinin tüketicileri mağdur ettiğini vurgulayan Dr. Dağ, “Toplumsal güven düzeyinin düşük olduğu toplumlarda yalnız kalan tüketicilerin bu mağduriyete karşı üreticileri taklit eden kısa vadeli çözümler bulmaya çalışması beklenir. Dolayısıyla dünyada ve Türkiye’de neredeyse 10-20 yılda bir yaşanan çevresel, insani ve toplumsal kriz süreçlerinde tüketicilerin geçimini sağlamak için stokçuluğa yöneldiği görülebilir” dedi.
“Sürdürülebilir Bir Kalkınma için Enflasyon Sorunu Çözülmelidir”
Savaşlar, iç çatışmalar, enflasyonist ortamlar ve salgın hastalıkların neden olduğu korku ve endişe ortamında, bireylerin ve toplulukların kendi çıkarlarına odaklanarak stokçuluk gibi düşünce ve eylemlere yöneldiğini belirten Dr. Dağ, “Sürdürülebilir bir kalkınma düzeyine erişmek için alınması gereken tedbirlerden biri, enflasyon sorununun çözülmesiyle ilgilidir. Çünkü fiyatların aşırı hızlı bir biçimde dalgalandığı riskli bir ortamda bireylerin toplumsal çıkarlara yönelik akılcı kararlar alması güçleşmektedir. Diğer bir deyişle bireylerin bugünü ve geleceğinden şüphe ederek salt birikim yapma hedefine saplanması, üretim, dolaşım ve tüketim sürecine katılmasını engelleyecektir” diye konuştu.
“Stokçuluk Toplumsal Açıdan Yıkıcılığa Neden Oluyor”
Oluşan enflasyonist ortamların üretici ve tüketicileri yönelttiği stokçuluğun toplumsal eşitsizliği derinleştirmesinin ciddi bir sorun olduğunu da dile getiren Dr. Dağ, “Bu soruna karşı toplumsal dayanışmanın sürdürülebilmesi için bireyler, topluluklar ve toplumlara güven veren ekonomi, sağlık ve adalet politikaları üzerine düşünmek son derece önemlidir” dedi.
Stokçuluğa yönelen her bir birey ve topluluğun kendi çıkarlarını karşılarken toplumsal açıdan nasıl bir yıkıcılığa neden olduğunun bilincine varmadığına dikkat çeken Dr. Dağ, şunları söyledi: “Üreticilerin haksız bir kazanç elde etmek için stokçuluk yapması, toplumsal yoksulluğun ve çatışmanın yaygınlaşmasına neden olacaktır. Diğer taraftan tüketicilerin kendi geçimini sağlamak için stok yapmak gibi kısa vadeli çözümlere başvurması, ekonomik verimliliğin bir parçası olan üretim ve dağıtım unsurlarının durağanlaşması anlamına geliyor. Bu nedenle bireylerin salt kendi çıkarlarını düşünerek kurnazca veya panikle ekonomik bir eyleme yönelmesi yerine emek ve güven değerine odaklı bir toplumsal etkileşim inşa etmesi son derece önemlidir.”
“Süreç Toplumsal Akıl Tutulması Benzetmesiyle Özetlenebilir”
Tedarik edicilerin kâr hırsıyla elindeki metaları stokladığı ve hatta çöp haline getirdiğinin bilindiğini söyleyen Dr. Dağ, “Tüketicilerin de oluşan bu ortamda panikle ihtiyacından fazlasına tekabül eden bir biriktirme eğilimine girdiği açıktır. Dolayısıyla bugün ekonomik etkileşimler, bireysel çıkarlara dayalı bir aşırılıkla şekillenmektedir. Bu süreci toplumsal akıl tutulması benzetmesiyle özetlemek gayet uygundur” ifadelerini kullandı.
Tüketicilerin stokçuluk eğiliminin, oluşan toplumsal etkileşimler göz önüne alınmadan anlaşılamayacağını dile getiren Dr. Dağ, “Bu bağlamda emeğe dayalı bir güven çerçevesinde eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı bir toplumsal yapı inşa edilmediği müddetçe sürekli olarak bu tip bireysel sorunlarla karşılaşılacağını tahmin etmek basittir. Buradan hareketle bireylerin kendisini risk altında hissetmediği bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bireyler, her an açlık çekeceğini, yoksullaşacağını, barınamayacağını, hastalanacağını ve hatta öleceğini düşünmeye başlamışsa bu düşünceye neden olan yapısal krizlerin tahlilini yapmak için artık zaman kaybedilmemelidir” dedi.