Sürdürülebilir şehirler herkese kucak açan, herkesin korunduğu, aidiyet hissettiği ve bundan keyif aldığı ortamlardır. Peki şehirdeki kadının kamusal alanda yaşaması, çalışması ne kadar kapsayıcı? Sustineo Sürdürülebilirlik İş Platformu Kurucu Ortağı Gülin Yücel, kadının güçlendirilmesinin ancak sürdürülebilirlik ve kalkınma bakış açımızın, karar mekanizmalarının ve politikaların parçası olmasıyla mümkün olabileceğini söylüyor. Bu vesileyle tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü de kutluyoruz…
Modern kadın hareketinin başladığı 19. yüzyıl ortalarından beri, kadınların temel hak ve özgürlüklerini kazanması önemli bir gündem maddesi oldu. Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulmasını takip eden 10 sene içerisinde yapısallaşan bu haklar, dönem ve politikalarda iki ileri bir geri gitmeye devam etti. Biz bu noktada kadın hareketine, sürdürülebilir kalkınma veya kapsayıcı kalkınma açısından bakmak, yani cinsiyeti sadece bir kimlik değil de cinsiyet üzerinden gelen sosyal eşitsizlik açısından değerlendirmek istiyoruz. Yıllardır içinde olduğumuz kadın kapsayıcılığının ve güçlenmesinin çok kısıtlı bir yol kat ettiğini görerek farklı bakış açılarının gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Kadına sadece cinsiyet kimliği üzerinden bakarsak, resmi kaçırabiliriz. Kadının hangi ırk, din, milletten geldiği, tip ve kişilik gibi özellikleri de sosyal ve ekonomik katılımı açısından farklılık gösteriyor. Cinsiyet dediğimiz olgu her zaman başka kesişimlerin, sosyal ölçekteki farklılıkların, hayatın hangi kesiminden gelindiğinin, hangi tip yaşam şekillerine sahip olunduğunun uzantısı. Bu sebeple kadın konusuna kişisel kimlik açısından değil de, sürdürülebilir kalkınma odaklı yaşam alanından bakmayı seçiyoruz.
Eşit Olmayan Kapsayıcılık
Şehirler, kadının cinsiyet ötesinde, ne yapabildiğinin, nereye ulaşabildiğinin, nerede çalışabildiğinin, ne tip ilişkiler ve sosyal yapılar içerisinde olabildiğinin belirlendiği yerlerdir. Dolayısıyla kadın konusu, şehirlerdeki toplumsal şartların cinsiyet farkını gözeterek oluşan normlarla beraber gelişebilir. Bu amaçla kadın konusunu, SDG Academy’nin sunduğu “Sustainable Cities” eğitimlerinde, Hindistan İnsan Yerleşimleri Enstitüsü’nde araştırma sorumlusu olan Gautam Bhan’ın öne çıkardığı birkaç odak noktası üzerinden değerlendirelim. Birincisi, “Kadın ve Yoksulluk” ilişkisinde şehirler bize istihdam olanaklarını, cinsiyet bakış açısında ise özellikle de kadınların maaşlı işlerde ne şekilde var olduğunu gösterir; bu işlerin genelde kamu alanında olduğunu varsayar. Ancak gelişmişlik olgusunda, feminist ekonomistlerin bize tanıttığı “zaman yoksulluğu” terimi de geçerlidir; yani kadın istihdam edilmemiş olsa da evi ve aileyi ayakta tutmak adına yaptığı uğraşları, örneğin kendi gelişimini, dinlenebilmesini, annelik görevlerini geliştirmesini ve hayattan zevk almasını ciddi şekilde engelliyor. Bu noktada cinsiyet farklılığı, eşit olmayan kapsayıcılığa dönüşüyor. Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre 15 yaş ve üstü kadınların %50’si istihdam edilirken erkeklerde bu rakam %75. Ayrıca, kadınların yaptıkları işler karşılaştırmalı olarak daha zor, daha az ücretli ve daha kötü sağlık koşullarında olabiliyor. Yine BM rakamları ile erkekler kadınlardan %24 daha fazla kazanıyor. Şehirlerde kadınlar için yaygın olan istihdam şeklinin ise kayıt dışı olduğu görülüyor (WIEGO rakamları ile). Bu durum tüm toplum için eşit olmayan bir büyüme durumu getiriyor. Kadınların işleri dışında ev yönetimi ile ilgili sorumlulukları da önemli bir yük oluşturuyor. Bu durum kadının fakirleşmesine ve fakir kalmasına neden oluyor. İstatistiklere göre dünyadaki fakir nüfusun %70’ini kadınlar oluşturuyor. Bu durumun düzelmesi ise ancak yapısal bir değişim ile mümkün.
Tasarımdan Uygulamaya
Bir başka alana, sağlık ve hijyen konusuna bakacak olursak, yine cinsiyet perspektifinden farklı pencereler göreceğiz. Kadınların erkeklerden farklı hijyen ve gizlilik ihtiyaçlarının olması, daha yoğun yerleşim alanları olan şehirlerde bu konunun bir sorun teşkil etmesine ve yine kadınlar adına eşitsizlik yaratmasına sebep oluyor. Gelişmekte olan birçok ülkede ergenlik çağındaki kızların okuldan ayrılmasının altında bu konu önemli bir yer tutuyor. Her gün evinden çıkıp işe veya okula giden bir kadın için kamusal alanda temiz, güvenilir umumi ihtiyaç alanları olmalı. Aksi durum, kadının hareket kabiliyetini engelliyor. Birçok işin kamusal alanda olduğunu düşünürsek, bunun yine istihdamı engelleyici bir koşul yarattığını söyleyebiliriz. Ulaşım konusu da benzer şekilde; bir yerden bir yere gidebilme tecrübesi cinsiyetler arasında farklılık gösteriyor. UN-Habitat’ın insan yerleşimleri üzerine olan küresel raporunda da değinildiği şekilde, kadının ulaşımı amaç, şekil ve karakter olarak farklılıklar barındırıyor. Çoğu şehir ulaşımında, mesela otobüs yolu için, iş ve ev rotaları üzerinden hareket planlanmış durumda. Ancak kadının günlük rotasında işe gidene kadar ev, çocuk bakım yuvası, okul, alışveriş gibi aile adına zorunlu kısa gidiş-gelişler de yer alıyor. Bu rota, kadın için güvenli olmalı, şiddet ve kişisel saldırılara açık olmamalıdır.
Ulaşım sistemi gelişmiş şehirlerde tasarım -mesela dünyadaki en büyük ağlardan olan Londra’da- sadece erişim, bağlantılar ile değil, aynı zamanda cinsiyet eşitliği prensipleri de göz önünde bulundurularak yapılmış. Kadınlar bu tasarımların ve karar mekanizmalarının içinde aktif yer alıyor. Planın yapılmasından itibaren kadınların her noktada katkı ve görüşleri alınıyor. Bu yapılarda kadının politik katkısı, sadece seçimle gelen temsil olarak algılanmamalı, günlük hayatımızı belirleyen şehir yapılarında temsil olarak görülmelidir. Ötesinde bu, sadece kadın için değil, tüm cinsiyetler için de kapsayıcı olmalıdır.
Sürdürülebilirlik ve Kalkınma
Sorulması gereken soru, şehirdeki kadının kamusal alanda yaşaması, çalışmasının ne kadar kapsayıcı olduğu. Cinsiyet konusunun mutlak kimlik ve görüntü olarak algılanması bizi bu noktada çok ileri götüremiyor. Kadın konusu beraberinde birçok norm, davranış şekli ve varoluş durumu getiriyor. Ama esasında sürdürülebilirlikte konu kadınların hayatlarını değerleri ve duruşlarıyla, sistem içinde ne kadar eşit yaşayabildikleri ile ilgili.
Özgecan Aslan’ın 2015 senesinde okulundan dönüş yolunda yaşadığı korkunç saldırı sonucu ölümünün ardından oluşan toplumsal tepki, kadın kapsayıcılığının önemini vurguluyor. Burada ve sonrasında verilen tepkiler ve neler konuştuğumuz ise, toplumsal kapsayıcılık noktasında nerede olduğumuzun bir göstergesi olarak değerlendirilmeli. Tüm konuların yoğun bir şekilde iç içe geçtiği ve en fazla kamusal alan sunan yerler olan şehirlerde, sosyal kapsayıcılığın ele alınması çok önemli.
Sürdürülebilir şehirler herkese kucak açan, herkesin korunduğu, aidiyet hissettiği ve bundan keyif aldığı ortamlardır. Eğer kamusal alanda bu koruma ve aidiyet yoksa işin, istihdamın, sağlık ve hijyenin, ulaşımın hedefine ulaşması mümkün değil. Bunun sadece şehirde yaşayanlar için değil, seyahat edenlere de sağlanması gerekir.
Bu noktada cinsiyet bir veri raporlama konusu değildir ve çözümlerin mevcut istatistikler üzerinden oluşturulması zordur. Sürdürülebilirlik ve kalkınma bakış açımız, karar mekanizmalarının ve politikaların parçası olmalı. Kadının kapsayıcılığı ve güçlendirilmesi ancak bu şekilde mümkün.