#ekoIQ, çok sesli bir ortam oluşturmanın yanı sıra tüm okuyucu kitlesinin sürdürülebilirlik konusunda bilgisinin artmasına, dünyada ve Türkiye’de alanda gerçekleştirilen işlere hakim olmasına zemin oluşturdu.
YAZI: Aynur KOLBAY HÜLYA, Marjinal Sosyal STK İletişim Sorumlusu ve Strateji Dep. Koordinatörü
Sürdürülebilirlik kavramı son yıllarda hemen herkesin dilinde olmasına karşın yaşanan doğal felaketlerin artması ve gezegenin karşı karşıya olduğu sorunların bireysel boyutta da hissedilmesiyle birlikte özellikle bugünlerde neredeyse her kurumun ve her projenin içinde bu kavramla ilgili söylemler ve eylemler görmeye başladık.
Peki, nedir sürdürülebilirlik ? Bu kelimenin anlamını gerçekten biliyor muyuz? Gerçekten önemini kavramış durumda mıyız? Kavrama dair pek çok farklı alanda, farklı tanımlar karşımıza çıksa da ben en çok Dr. İzel Levi Coşkun’un tanımını seviyorum: “Canlı ve cansız tüm varlıklar ile aramızdaki bağı görebilme farkındalığı”. O halde farkındalıkla çıkılan yolda, son 10 yıl içinde nasıl bir dönüşüm yaşandığına yakından bakalım.
Nereden Nereye Geldik?
Bugünden 10 yıl öncesine baktığımızda; sürdürülebilirlik pek çok kurumun yalnızca bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) projesi olarak algıladığı, kimi zaman bir iletişim malzemesi olarak şekillendirdiği projelerin ötesine geçmiyordu. Sürdürülebilirlik kavramı, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın (SKA) hayatımıza girdiği 2016 yılında ise çoğunlukla sivil toplumun ya da sayılı şirketin gündemine aldığı başlıklarla sınırlı kalıyordu. Bireysel boyutta insanların çoğunun da sürdürülebilir yaşam standartlarına ya da tüketim alışkanlıklarına dair farkındalık düzeyleri bugüne kıyasla çok düşüktü.
Sözünü ettiğim meşakkatli süreçte, KSS projeleri ile sınırlı kalma eğilimindeki çok sayıda şirketin SKA’lara hizmet edecek uzun soluklu ve fayda odaklı projeler üretmeye ve desteklemeye doğru ilerlediklerine şahit olduk ve oluyoruz. Artık pek çok şirket sürdürülebilirlik raporları yayınlamaya, iş süreçlerine doğaya zarar vermeyecek yöntemler eklemeye, çalışanlarının iyi olma halini gözetmeye, kâr odaklılıktan “amaçlı kâr” (purpose) stratejisine geçmeye özen gösteriyor. Havas’ın 2021 yılında global olarak gerçekleştirdiği çalışmaya göre insanların %64’ü kârlılıkları kadar idealleriyle de bilinen markaları tercih ediyor. Bir diğer deyişle bir meseleyi sahiplenen markalar artık daha fazla itibar görüyor.
Sürdürülebilir kalkınma kavramının yerleşmeye başlamasıyla birlikte yeni iş dalları, yeni beceriler, yeni girişimler, yeni sivil toplum kuruluşları da ortaya çıkmaya başladı. Böylelikle eskiden “mış gibi” gösterilen projeler ya da süreçler değişime uğradı. Gerçekten etki odaklı yatırımlara dönüşmeye, gerçek anlamda sosyal fayda yaratmaya, sürdürülebilirliğin hayata geçirilmesine dair yeni bilgilerin üretildiği yeni iş modellerinin oluşmasına doğru evrildi. Tüm bu gelişmelere karşın hâlâ beklenen noktada olmadığımız ve katedilecek oldukça uzun bir yolumuzun bulunduğu da ayrı bir gerçek elbette.
Bireysel Farkındalığın ve Uyanışın Önemi
Tam tamına iki yıldır tüm dünyanın gündeminde yer alan Covid-19 pandemisi, getirdiği sağlık sorunları ve ekonomik kriz bir yana bireylerin sürdürülebilirlik kavramını anlama ve hayatlarına entegre etme süreçlerinde çok önemli bir rol oynadı. Zira bu süreçte dayanışmanın, işbirliğinin, ortak aklın ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Pandemi tüm insanlığı salgın hastalıklar, tedaviye erişim, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik gibi pek çok sorunla yüz yüze getirdi ki bunların tümü aslında tüm dünyanın 2030 yılına dek çözmeye çalıştığı kalkınma hedeflerinden başka bir şey değil.
Yine son birkaç yıldır oldukça artan ani mevsim değişiklikleri, yangın ya da sel gibi doğal afetler de küresel uyanışta etkili oldu. Böylelikle iklim krizine karşı bireysel olarak attığımız adımların gelecek nesiller üzerinde nasıl etkiler yaratacağını hep birlikte tekrar gördük, tekrar hatırladık.
Buradan yola çıkarak Covid-19 pandemisi ve son yıllarda şahit olduğumuz afetler ile birlikte, insanların gezegenin sürdürülebilirliğine dair bilgi ve farkındalık düzeyi bir hayli yükseldi, diyebiliriz. En ümit veren gelişmelerden biri de bireylerin yaşamlarına sürdürülebilirliği entegre etmeye hazır hale gelmeleri. Porter Novelli’nin Eylül 2021’de 28 ülkede yaptığı araştırmaya göre tüketicilerin %68’i (ki bu oran oldukça yüksek bir oran) daha sürdürülebilir ürünler tüketerek iklim krizine etki edebileceğini düşünüyor. Yanı sıra World Economic Forum’un (Dünya Ekonomik Forumu) 2021 yılında gerçekleştirdiği bir araştırma da Amerikalıların %86’sının Covid-19’dan sonra dünyayı daha adil ve daha sürdürülebilir kılmak için önemli değişiklikler istediklerini ortaya koyuyor.
Gelecekte Şirketler ve Bireyler Nasıl Rol Oynayacak?
Tüm bu yaşananların ve verilerin sürdürülebilirlik hedeflerini daha da acil bir duruma getirdiğini söyleyebiliriz. Şu an gezegen olarak karşı karşıya olduğumuz riskler tek bir kurumun ya da bir araya gelmiş toplulukların anlık çözümleri ile çözebileceği sorunlar da değil. Bu nedenle artık değer, sürdürülebilirlik, etki gibi kavramları hesaba kattığımız yeni bir yol gerekiyor. İş dünyasının da bundan böyle yalnızca kâra odaklanarak devam etmesi mümkün değil. Herkesin ortak sorunları odak noktasına alması, “değer”i hesaba katması; yalnızca kâr odaklı değil, amaçlı kârı öncelik edinmesi ve aynı amaç için radikal işbirlikleri kurması, yani hedefler için ortaklıklar geliştirmesi gerekiyor. Her geçen gün sayısı daha da artan SKA’larla uyumlu projelerin, büyük şirketlerin yanı sıra KOBİ’lerin ve küçük girişimlerin de hem tüm ticari operasyonlarına hem de iş stratejilerine entegre edilmesi şart.
#ekoIQ’nun Dönüşümdeki Konumu
Henüz sürdürülebilirlik kavramının konuşulmadığı zamanlarda, karbon ayakizinden, yeşil ekonomiden, ekolojik sürdürülebilirlikten bahseden, küresel ölçekte bir dönüşümün şart olduğundan dem vuran #ekoIQ , -dile kolay- tam 100. sayısını geride bıraktı. #ekoIQ ’nun günümüzde sürdürülebilirlik farkındalığının artırmasındaki kilit rolü yadsınamaz. #ekoIQ , sivil toplum kuruluşlarını, şirketleri, kamu kurumlarını, aktivistleri, alanında uzman kişileri ve bilim insanlarını bir araya getirdi. İşbirlikleri gelişmesine fırsat sunarak paydaşları buluşturdu. Çok sesli bir ortam oluşturmanın yanı sıra tüm okuyucu kitlesinin sürdürülebilirlik konusunda bilgisinin artmasına, hem dünyada hem de Türkiye’de alanda gerçekleştirilen işlere hakim olmasına zemin oluşturdu. Alanda büyük bir arşiv ortaya koyması ve yenilikçi bakış açısı eşliğinde paydaşları etrafında toplaması ile sürdürülebilirliğin daha da geliştirilmesinde önemli rol oynamaya devam edecek gibi gözüküyor. Bahsettiğim kolay ve kısa bir yol değil, önümüzde uzun ve zorlu bir yol var. Bu anlamda herkese çok büyük roller düşüyor. Unutmamak gerekiyor ki hiçbir adım küçük değildir, tam aksine ufacık bir adım dahi çok büyük etkiler doğurabilir. Hem bireysel boyutta hem de iş dünyasında yaşanan farkındalığın ve gelişimin, sürdürülebilir bir devlet politikasının da yerleşmesiyle birlikte çok daha ileriye taşınabileceği günlerin yakın olduğunu umut edelim.