12 yıldır karbon nötr bankacılığı deneyimleyen Türkiye Sinai Kalkınma Bankası’nın (TSKB) kurduğu danışmanlık şirketi Escarus’un Genel Müdürü Dr. Kubilay Kavak, son karbon nötr taahhütlerini değerlendirdi.
Röportaj: Burcu GENÇ
“Yeşil İyileşme” gibi kavramlar dünya hükümetlerinin ve özel sektörün son bir yıldır sürekli olarak konuşup tartıştığı konular ve bu krizden çıkışımızın yol haritası olarak tanımlanıyorlar. Ülkemizde her ne kadar merkezi yönetimden bu konuyla ilgili bir yol haritası yayımlanmış olmasa da özel sektör çalışmalarına devam ediyor. Dünyada birçok marka karbon nötr taahhütleri verdi, Türkiye’deki markalardan da çeşitli taahhütler gelmeye başladı. Yurtdışı ve yurtiçini düşünürsek, ülkeler ve firmalar bazında nasıl ortak paydalar var? Bunlar birbirilerini nasıl destekler?
Tüm dünyayı derinden etkileyen COVID- 19 salgınının getirdiği ekonomik ve sosyal şok, pek çok ülkenin ve özel sektör kuruluşunun başlıca problemi haline geldi. Diğer yandan, en ciddi küresel sorunlardan biri olan ve son yıllarda sıklıkla vurgulanan iklim krizi, artık kolaylıkla göz ardı edilemeyecek bir nitelik kazandı. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen iklim kaynaklı felaket haberleri, konuyu gittikçe belirginleştirdi.
Ülkelerin ve özel sektör kuruluşlarının salgından çıkış için önerdikleri çözümler ve yöneldikleri ekonomik önlemler, ister istemez iklim kriziyle ilişkileniyor. Avrupa Birliği’nin ilan ettiği Yeşil Mutabakat, bu bağlamda yeni bir kalkınma paradigması olarak öne çıkıyor. Krizden çıkışın yeşil bir toparlanma aksıyla buluşturulması, bu iki krizi aynı düzlemde ele almayı da gerekli kılıyor. IMF tarafından Nisan ayının sonunda yapılan bir açıklamada; COVID-19 krizinin yönetilmesi sürecinde atılacak adımların iklim ve insan sağlığı üzerinde on yıllarca sürecek etkiler bırakabileceği belirtildi ve “yeşil iyileşme” kavramı ortaya atıldı. Burada yeşil iyileşme ile kastedilen, COVID-19 krizi yönetiminde kullanılan yöntemlerin yeşil bir bakış açısıyla yürütülmesi, süreçte atılan adımların ileride başka krizlere yol açmasının engellenmesidir. Görünen o ki halihazırda iklim değişikliğine uyum ve mücadele, karbonsuzlaşma gibi konularda faaliyetlerini düzenlemekte olan ülke ve kurumlar, IMF’nin yeşil iyileşme çağrısına cevap üretmede daha hızlı davranabilecekler. Bildiğiniz üzere, kimi ülkelerde iklim değişikliği ile ilgili kapsamlı teşvik ve denetim mekanizmaları bulunuyor. Bu ülkelerin bir kısmı belli bir tarihte karbon nötr olmayı da taahhüt ediyor. Bunların başında AB, Çin, Kanada, Güney Kore, Birleşik Krallık geliyor. Bu hedefi açıklayan ülke ve bölgelerin mevcut küresel seragazı emisyonlarının yaklaşık yarısından sorumlu olması, karbon nötr olma hedefinin iklim kriziyle ilgili mücadelede ne denli önemli bir kilometre taşı olduğunu anlatıyor. Hükümetler bu şekilde agresif ve etkileyici hedefler belirlerken, bir yandan yerel yönetimler (kent yönetimleri) diğer yandan küresel düzeyde faaliyet gösteren şirketler, karbon nötr olmak için yol haritaları açıklıyor. Bu yol haritalarının ortak noktaları arasında enerji üretiminde yenilenebilir kaynakların payının artırılması, aynı miktar çıktıyı üretmek için daha az hammadde kullanılması, etkili atık yönetimi yapılarak atıkların ekonomiye kazandırılması öne çıkıyor. Bununla birlikte, ülkelerin mevcut doğal kaynakları ve lokomotif ekonomik sektörleri; yeşil iyileşme yönünde alınması öngörülen önlemleri farklılaştırabiliyor.
Benzer şekilde, şirketler özelinde söylenirse; faaliyet ve iştigal sahası, hâkim proseslerin karbon yoğun niteliği, Kapsam- 2 emisyonlarının ağırlığı gibi faktörler de önlemler setinde çeşitlenmeye yol açabiliyor. Yol haritalarında farklılaşmalar bulunması, daha yeşil ve çevreye daha duyarlı pratiklere doğru bir yönelim olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Elektrikli araçlardan atıkların geri kazanımına, endüstriyel simbiyozdan iyi tarım uygulamalarına kadar bütün önlemlerin bu çerçevede birbirini destekleyecek ve besleyecek bir niteliği var.
Sizce karbon nötr taahhüdü veren firmaların yol haritaları somut ve başarılabilir mi? Genel görünüm ne durumda?
Uluslararası geniş etki alanına sahip pek çok firma ve marka önümüzdeki 10 ila 20 yıl içerisinde karbon nötr olmayı taahhüt etti. Geniş çapta kabul gören değerlendirme kuruluşları tarafından karbon nötr hale gelmiş olduğu ilan edilen kurumlar da mevcut. Bu küresel resme paralel olarak Türkiye’de de benzer girişim ve taahhütler artıyor. Finans sektörü özelinde karbon nötr hedefine halihazırda ulaşmış kurumların varlığını izliyoruz. Escarus’un kurucusu olan TSKB, karbon nötr bankacılıkta 12 yılı geride bıraktı. Şüphesiz endüstriyel tesislerin bu noktada işleri daha zor çünkü faaliyet sahalarının bir gereği olarak katlanmaları gereken maliyet biraz daha fazla. Diğer yandan, elektrik ticaretinde yeşil seçeneğin piyasasını oluşturmak üzere devlet tarafından 2020 yılında önemli adımlar atıldı ve sertifikalı yeşil elektrik alımı mümkün hale getirildi. En azından görece düşük spesifik elektrik tüketimi olan firmaların bu tür hedefler benimsemeleri için bir yol açılmış oldu. Dolayısıyla karbon nötr taahhüdünde bulunmak ve bu yönde adımlar atmak günümüz dünyasında biraz daha kolay hale geldi. Ancak oluşacak maliyetlerin tercihli ürünler yaklaşımıyla piyasa tarafından da kucaklanması gerekiyor ki firmalar bu yönelimi görüp daha kararlı adımlar atabilsinler. Nasıl artık büyük marketlerde organik ürünler için müstakil raflar oluştu, aynı şekilde bir müddet sonra karbon nötr hedefi olan şirketlerin ürünleri için de farklı sunum imkânları gündeme gelebilecektir. Bu noktada sertifikasyona da değinmek isterim: Escarus olarak uzun yıllardır şirketlere küresel sürdürülebilirlik ilkelerini baz alan “Sıfır Karbon” sertifikasyon hizmeti sunuyoruz. Sertifikasyon ve doğrulama süreçlerinin yaygınlaşması ile toplumdaki farkındalığın artması, duyarlılığın yaygınlaşması, yeşil yaklaşımla üretilen mal ve hizmetlerin piyasalaşması daha fazla mümkün olacaktır.
Escarus olarak danışmanlığını yaptığınız firmalara nasıl önerilerde bulunuyorsunuz?
Bildiğiniz gibi Escarus, TSKB’nin 70 yıllık sürdürülebilir kalkınma uzmanlığından güç alarak doğmuş bir danışmanlık şirketi. Bu yıl da 10. faaliyet senemize ulaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Geride bıraktığımız süreçte, Türkiye’nin en köklü finans, reel sektör ve kamu kuruluşlarına sürdürülebilirlik alanında danışmanlık hizmeti sunduk. Bu deneyimden hareketle, sürdürülebilirlik bakış açısının günümüz dünyasında kurumlar için “olması iyi olur” değil “olmazsa olmaz” hale geldiğini sıklıkla vurguluyoruz. Çünkü sürdürülebilirlik bakış açısı, yalnızca kurumların doğrudan iş süreçleri üzerindeki etkilerini yönetmekle ve iş sürekliliği sağlamakla sınırlı bir yaklaşım değil. Yatırımcı talepleri, piyasadaki rekabet şartları, kurum itibar ve imajı gibi değişkenler de sürdürülebilirlikle doğrudan ilişkili. Bu nedenle çalıştığımız kurumlara, iklim değişikliği yönetimi ve karbonsuzlaşma çalışmaları da dahil olmak üzere sürdürülebilirliğin dokunduğu her alana daha fazla önem vermeleri gerektiğini hatırlatıyoruz. Firmalarımıza, genel risk değerlendirme yapılarına bu faktörlerin entegre edilmesi yönünde önerilerde bulunuyoruz.
TÜİK’in açıkladığı son seragazı verileri, bize Türkiye’nin karbon nötr olabilmesi için ne söylüyor?
TÜİK’in yakın zamanda açıkladığı 2018 yılına ait seragazı emisyon rakamları, Türkiye’nin bir önceki yıla göre toplam emisyon miktarında hafif (%0,5 düzeyinde) bir azalma olduğunu söylüyor. Bu rakamı yorumlarken üç noktaya dikkat etmek gerekiyor. Bunlardan birincisi, toplam emisyonların yaklaşık %72’sinin enerji kaynaklı emisyonlar olması. Yani en büyük dilimi elektrik üretim santrallarının neden olduğu emisyonlar ile sanayide ihtiyaç duyulan enerjiyi (sadece elektrik değil, buhar ve ısı enerjisi) karşılamak için yakma tesislerinde üretilen emisyonlar oluşturuyor. Elektrikle ilgili olan kısımda Türkiye büyük bir mesafe kat etti ve toplam elektrik talebinin hatırı sayılır bir kısmı artık yenilenebilir enerji santrallarından karşılanıyor. Daha iyi haber şu: 2018 yılında üretilen elektriğin %32,4’ü yenilenebilir kaynaklıydı, bu oran 2019 ve 2020 yıllarında sırasıyla %43,9 ve %42,4 oldu. Yani 2018 yılına göre 2019 ve 2020 yıllarında şebeke emisyon faktörü düştü, bu da elektrik kaynaklı seragazı salımında bir azalışın olduğuna işaret ediyor. Ancak sanayinin diğer enerji ihtiyacı kapsamında bir azalış yaşanıp yaşanmadığını henüz bilmiyoruz. Bunu sonraki yılların istatistikleri açıklandığında anlayacağız. Değinilmesi gereken ikinci nokta hem genel enerji tüketimi hem de emisyonlar ile ekonomik büyüme arasında açık bir korelasyon bulunması. Yani herhangi bir yıl içinde ekonomik dinamizm ne kadar yüksek, büyüme ne kadar güçlüyse, doğal olarak emisyonlar da artma yönelimi içinde oluyor. Türkiye’nin 2018’den itibaren küresel ekonomik dalgalanmalardan büyüme anlamında etkilenmesi, emisyon artışındaki duraklamada muhakkak etkili bir rol oynamıştır. Bunu da ancak son 2 yılın emisyon rakamlarını aldığımızda daha kesin bir biçimde yorumlayabileceğiz. Üçüncü önemli nokta ise şu. Türkiye’nin Ulusal Gönüllü Bildirim kapsamında açıkladığı bir emisyon hedefi var. Buna göre 2030 yılında toplam seragazı emisyonlarının, baz senaryoya göre %21 düşürülmesi hedefleniyor. Genel tablo, Türkiye’nin 2030 hedefine ulaşmaya yakın olduğunu gösteriyor.
Bu üç yorum ışığında şunu söyleyebiliriz. Karbon nötr olmak, gelişmekte olan ülkeler için kolay bir hedef değil ancak imkânsız da değil. Hele ki 2050 gibi uzak tarihler kapsamında belirlenecek bir hedefe ulaşılması gayet mümkün. Türkiye’nin toplam seragazı emisyonları içinde karbon emisyonlarının payı %80 mertebesinde; metan, azot dioksit ve diğer gazlar da kalan dilimi oluşturuyor. Karbon emisyonlarında ise, daha önce işaret ettiğim üzere ağırlıklı kısmı enerji kaynaklı emisyonlar oluşturuyor. Bu rakamlar, kapsamlı bir iklim planı ve iyi kurgulanmış bir enerji dönüşümü hamlesiyle Türkiye’nin karbon bir ekonomi haline gelmesinin pekâlâ mümkün olduğunu söylüyor. Ancak bunun için hem kamu kuruluşlarının bütünleşik bir politika setiyle sıkı koordinasyon sağlaması hem de özel sektörün bu dönüşüme yönelik ciddi bir hazırlık içinde olması gerekiyor.