#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
Tasarım Odaklı Düşüncenin İklim Değişikliği

Tasarım Odaklı Düşüncenin İklim Değişikliği

Bildiğimiz kadarıyla dünyada yaşamış ve yaşayan tüm canlılardan daha kıvrımlı olan beynimiz, yüzbinlerce yıldır dünyanın her köşesinde, birbirinden son derece farklı yaşam alanlarında var olmamızı sağlayan yegane varlığımız. Her ne kadar kimilerine dünyanın düz olmadığını anlatmakta şu ana kadar işe yaramamış olsa da; problemin farkına varma, analize tabi tutma, sonuçları çözümleme ve çözüm sunma adımlarından oluşan tasarım odaklı düşünme yöntemini bize armağan eden organımız olması sebebiyle, iklim değişikliğine önlem almamızı sağlayabilecek çözümleri üretebileceğine de inancımız tam.

YAZI: SHERPA, sherpa.digital

Bilim çevrelerinde yer aldığı­nı, vakit ayrıldığını ve üze­rine yazılıp konuşulduğunu görüp şaşkınlık ve hayranlıkla dene­yimlediğimiz iki konu var: İlki dün­yanın düz oluşu, ikincisi de iklim değişikliğinin yalan olduğu. Her ne kadar ilki bırakın ciddiye alınmayı, dalga konusu olup bize neşe veri­yorsa bile, ikincisi elle tutulacak de­recede gerçek ve ciddi. Dünyamıza ve geleceğe, toplumların mutabık kaldığı şekilde yön vermekle görev­lendirdiğimiz seçilmiş liderlerimiz, ne hikmetse, iklim değişikliğini özellikle kabul etmiyorlar. Örneğin ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, kendini cumhuriyetçi olarak tanımlayan bireylerin “bilime dair bilgileri ne kadar çoksa, bilimsel bilgiye inanma oranları da o kadar düşük” çıkmış. Müthiş değil mi?

Neyse ki güneş balçıkla sıvanmadığı gibi, gerçekler de inanmayınca ger­çek olmaktan çıkmıyor. Sonuçlar daha yıkıcı oluyor mu? Evet. Sular yükselmeye devam ediyor mu? Evet. Sıcaklıklar sürekli rekor kırmaya devam ediyor mu? Evet. Üstüne üst­lük, kurulu sistemler iklim değişik­liği, geridönüşüm, karbon ayakizi azaltılması gibi dünyanın baş belası konularını, “mükemmel” bir strateji ile bireylerin omuzlarına yüklemeyi de başarıyor. Yüzlerce konglome­rat, binlerce fabrika, organize sana­yi bölgeleri, fosil yakıt tüketen toplu ulaşım yöntemleri ve gıda üretimi için yok edilen doğal kaynaklar, her gün dünyada geri dönülemez yıkım­lara yol açarken, tüm bunları azalt­ma sorumluluğunun “bireylerin” omuzlarına yüklenmesi gerçekten tek kelimeyle harika bir plan.

Öte yandan insanlar olarak hiç ha­fife almamamız gereken, hatta bu kadar gelişip serpilip dünyanın her yerinde var olmamızı sağlayan bir özelliğimiz var: Adaptasyon. Bildi­ğimiz kadarıyla dünyada yaşamış ve yaşayan tüm canlılardan daha kıvrımlı olan beynimiz, yüzbinlerce yıldır dünyanın her köşesinde, bir­birinden son derece farklı yaşam alanlarında var olmamızı sağlayan yegane varlığımız. Her ne kadar ki­milerine dünyanın düz olmadığını anlatmakta şu ana kadar işe yara­mamış olsa da; problemin farkına varma, analize tabi tutma, sonuç­ları çözümleme ve çözüm sunma adımlarından oluşan tasarım odaklı düşünme yöntemini bize armağan eden organımız olması sebebiyle, iklim değişikliğine önlem almamızı sağlayabilecek çözümleri üretebile­ceğine de inancımız tam.

Sorun Netse, Çözüm de Öyle Olmalı

Peki inancımız neden tam? Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle, dünya­nın önde gelen zihinleri bu işe dört elle sarılmış durumda. En somut ha­liyle sistematik bir problemle karşı karşıya olmamız, bir problem çözme pratiği olarak tasarım sürecini be­nimseyen mimarlar, şehir planlama­cıları, tasarım liderleri, politikacılar, kanaat önderleri ve bilim insanları gibi evrimsel sürecin en üst nok­tasında olmalarını umut ettiğimiz bireylerin bu sürece dahil olmasını zorunlu kılıyor.

Ardından dönüşen ekonomi ve iş süreçleri geliyor. Son 10 yılda hızla dönüşen iş yapma tarzları, yazının başlarında “konglomerat” olarak andığımız global ölçekte ve devasa üretim/tüketim araçlarının hantal, çağdışı ve kapalı devre iş yapma şekillerini, hem girişimcilik ekosisteminin hem de dijitalleşen ekonominin etkileriyle karşı koya­madıkları bir dönüşüme zorunlu kılıyor. Bu dönüşümün özünde ise bizi ve dolayısıyla iklim değişikliği konusunu yakından ilgilendiren üç prensip var: İşbirliğine dayalı iş yapma tarzları, minimum etki ile maksimum sonuç odaklı yönetim ve kısa iterasyon periyotlarına ayrılmış üretim süreçleri. Gelin bunları biraz açalım.

İşbirliğine Dayalı Çözümler: Daha Önce Duyulamayan Seslerin Berraklaşması

Eski düzende tasarım ekipleri ku­rulur, ürün toplantıları, beyin fırtı­nası seansları, kullanıcı araştırması gibi süreçler ilerler ve ürün ortaya çıkardı. Son 10 yılda ise geometrik artışın da üzerinde bir hızla ilerle­yen iletişim ve bulut tabanlı tekno­lojiler, işbirliğini hiç olmadığı kadar kolaylaştırdı. Artık sosyal bilimciler, politikacılar, bireyler, inşaat ve üre­tim ekipleri de dahil olmak üzere son ürüne dokunan herkes, tüm tasarım kararlarına katkıda bulu­nabiliyor. Bu işbirliği kültürü, ürün ortaya konduğu anda çözülmesi he­deflenen problemin ortadan kaldırıl­masını garanti altına alıyor.

BioLite’ın hayatımıza kattığı değer­lerden birisi olan BaseCamp, tam da bu anlattığımız sürecin birebir yaşanmasıyla oluşturulmuş bir ürün. Fikir şu: Normal ocaklara göre çok daha az duman çıkaran, yanan ate­şin enerjisiyle hem gıda hazırlanma­sını, hem de pil şarj edilmesini sağla­yan bir kamp ocağı. Kitle fonlaması yoluyla üretilmiş olmasının yanı sıra, BaseCamp son kullanıcılarının da tasarım sürecine dahil olduğu bir iş yapma tarzı sonucu piyasada var olmuş bir ürün. Ne kadar başarılı ve verimli olduğundan bahsetmemize gerek bile yok.

Minimum Etki, Maksimum Verim: Optimizasyonla Azalan Etkiler ve Giderler

İklim değişikliğinin en büyük se­bebinin insan olduğunu biliyoruz. Ancak bu sebep, varoluşumuzun ta kendisi değil tabii ki. Biraz düşünün­ce ve geçmişe bakınca aslında sebep çok açık: Geçmişte eksik planlama­larla hayata geçirilen tasarımların öngörülemeyen sonuçları yüzünden bu durumdayız. Bugün, tasarım ka­rarlarımızı her zamankinden daha karmaşık bir şekilde modellemek için ileri seviye araçlarımız, son de­rece teknolojik araştırma yöntemle­rimiz ve hiç olmadığı kadar ileride olan bilimsel gelişmelerimiz var. Bir problemin çözümünü irdelerken 3 boyutlu yazıcı ile örnek ürünler çı­karabiliyor, istersek sanal ortamda simülasyonlar gerçekleştirebiliyor ve beklenmedik yerlerde beliren yeni sorunları erkenden görüp en­gelleyebiliyoruz. Bu bize, belki de tarihimiz boyunca ilk kez, yarattığı­mız şeylerin olumsuz etkilerini en aza indirebilme şansını tanıyor.

Dünyanın en ekoloji dostu gökde­leni olan Şanghay Kulesi’nin tasa­rımında rol alan mimar ve mühen­dislerin yaptıkları da tam olarak buydu. Özel bir bilgisayar yazılımıy­la yaratılan simülasyonun çalıştırıl­masıyla elde edilen veriler dikkatle analiz edildi ve yorumlandı. Böyle­likle çift cepheli bir dış yapıda karar kılınarak, hem ısıtma ve soğutma üniteleri için yağmur suyunun top­lanması, hem rüzgarın bina üze­rindeki yükünün azaltılması, hem de binanın yalıtımının mükemmele yakınlaştırılması ile muhteşem kaza­nımlar elde edildi. Sonuç; %35 daha az malzeme gideri, inşaat maliyet­lerinde 58 milyon doların üzerinde bir tasarruf, %20 civarında enerji ve %40’lık da su tasarrufu.

İteratif Proje Süreçleri: Teste Tabi Tutulan Onlarca Fikrin İşaret Ettiği Tek Doğru

Bir problem çözme pratiği olarak ele alınan tasarım süreci, projenin küçük parçalarına ayrılarak defaatle optimize edilmesine dayanır. İhtiya­cımız olan en iyi çözüme sahip ola­na kadar sürekli olarak tasarımları tekrarlamak ve optimize etmek bu pratiğe dair en değerli yaklaşımdır. Giderek gelişen teknolojiler, her gün bir yenisi, belki de daha iyi­si ortaya çıkan araçlar ve gittikçe hızlanan bilgi akışı bu yolu tasarım pratiği için neredeyse mecbur kılar. İklim değişikliği ile adaptasyon sü­recinde de uygulanabilir ki zaten örnekleri de var.

Londra merkezli elektrik motoru dönüşüm girişimi Vantage Power, iteratif yaklaşımı iş süreçlerine en iyi uygulayan örneklerin başında geliyor. Büyük yük taşıyan otobüs ve kamyon gibi araçların minimum modifikasyon ile elektrikli araçla­ra dönüşümünü sağlayan Vantage Power, bu iteratif yaklaşımı ile ilk prototipini 2013’ün son çeyreğin­de, çalışır haldeki ilk modelini ise 2014’ün ilk aylarında duyurmayı başardı. Bununla da yetinmeyip sistem, Londra’nın ikonik çift katlı otobüslerinde kullanılmaya da baş­landı. Aynı anlayışla üretim kapasi­tesini de artıran şirket, en çok fosil yakıt tüketim oranlarına sahip olan ağır yük makinelerinde kısa sürede verimlilik artırımının yanı sıra, kar­bon emisyonlarında da kayda değer verilere ulaşmayı başardı.

Sonuç: İklim Değişikliği Varsa, Tasarım Yoluyla Adaptasyon da Vardır

“Gelecek de bir gün gelecek” sloga­nını Türkiye’de yaşayan neredeyse herkes bilir. Bir kısım bu emin iler­leyişi izlemeyi tercih ederken, bir kı­sım işin ucundan tutmaya çalışır, ki­mileri ise ayaklarının altından kayan zeminle birlikte dengesini kaybeder durumda. Dünyada da durum farklı değil. Detaylı ve uzun cümleler ye­rine kupkuru lafların, anlaşmacı bir tavır yerine “atarlı giderli” söylemle­rin, mantık silsileleri yerineyse histe­rinin yön verdiği bir tür zihniyet tüm dünyada etkin. Tam da bu sebepten olacak ki, bu yazıda yer verdiğimiz çözümler şu ana dek dünyanın ihti­yaç duyduğu ölçekte uygulanabilir bir hal almış değiller.

İhtiyacımız olan son şey, yazının ba­şında da dediğimiz gibi, bu sorumlu­luğun bireylere yüklenmesi. İhtiyacımız olan ilk şey ise, topyekûn, bir kerede ve net bir şe­kilde yepyeni bir zihniyet.

Tasarım odaklı düşünceye dayanan, işbirliğine açık, minimum etki ile maksimum verim odaklı, fikirleri derinlemesine irdeleyen ve kendini dönüştürebilen bir zihniyet, bu ya­zıda da örneklerini vermiş olmanın yersiz gururu ile birlikte görüyoruz ki, oldukça mümkün.

EkoIQ Editör