Tolga Baştak*: “2014’te Doğayı Kullanmaktan, Korumaya Geçmeliyiz”

2013 Değerlendirmesi – 2014 Beklentileri

Küresel gündeme 2013 yılında, IPCC 5. Değerlendirme Raporu’nun ortaya koyduğu küresel ısınma gerçeklerinin ve akabinde Varşova’da hayal kırıklığıyla sona eren İklim Zirvesi’nin damga vurduğunu söylemek mümkün. Türkiye’de ise kısaca, bir yandan çevresel bilincin arttığına, bir yandan da özellikle büyük ölçekli altyapı ve enerji yatırımlarının doğayı tahrip ettiğine şahit olduğumuz bir yıl geçirdik.
Gezegenimizdeki gidişatın sürdürülebilir olmadığı hepimizin bildiği ve yaşadığı bir gerçek. Artık, daha az kaynaktan en az şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için yeni yollar bulmamız gereken bir noktadayız. Tüm ülkeler “ortak çıkar” için elini taşın altına koymak ve üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek zorunda. Diğer yandan iklim değişikliğinin ciddi olarak varlığımızı tehdit ettiğini her geçen gün yeniden hatırlıyoruz. Ne denli yıkıcı sonuçlarının olabileceğine bir kez daha Filipinler’de yaşanan felaketle şahit olduk. Ancak ne yazık ki hâlâ Doha ve Varşova gibi zirveler dişe dokunur bir karar alınmadan sona eriyor. Karbon emisyonlarında akılcı ve fark yaratan azaltım politikaları oluşturması gereken gelişmiş ülkelerin, 2014’te Peru’da gerçekleşecek zirvede etkin kararlar almasını bekliyoruz. Küresel karbon emisyonlarının %55’inden sorumlu olan beş ülke sera gazı emisyonlarını azaltmak için ortak bir çabaya girmediği sürece gezegenimiz için anlamlı bir değişimden bahsetmemiz mümkün olmayacak.
Türkiye’de ise geçtiğimiz yıllar göz önüne alındığında tablo pek farklı değil. 2013 yılı, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem üzerindeki baskıyı artıracak üçüncü köprü, Kanal İstanbul ve benzeri inşaat projelerini, daha büyük ölçekte tahribata sebep olabilecek Tabiat Kanunu tasarısını ve sürdürülebilir olmayan enerji yatırımlarını tartışarak geçti. Hâlihazırda TBMM Genel Kurul gündeminde olan ve doğayı korumaktan çok kullanmanın önünü açacak düzenlemeler getiren Tabiat Kanunu’nun, 2014’te katılımcı bir müzakere süreciyle taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle uyumlu bir şekilde yeniden hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Enerjide arz güvenliği sağlamayı merkeze alırken, çevresel performansları hedeflerine dâhil etmeyen ve yenilenebilir enerji hedeflerini hidroelektriğe çevirerek güneş ve rüzgâr gibi potansiyellere hak ettiği teşviki vermeyen Türkiye’nin, destek mekanizmalarını iyileştirmesi gerekiyor. Ayrıca, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda benimsediği “bekle ve gör” politikasını terk edip, iklim biliminin gösterdiği doğrultuda harekete geçmesi, küresel çözümün parçası olmak için ülkemizin kömüre dayalı enerji vizyonunu bir kenara bırakması, enerji verimliliği, yenilebilir enerji ve iklim değişikliğine uyum politikalarını etkin bir biçimde hayata geçirmesi gerekiyor.
Son 20 yılda Türkiye’de kişi başına düşen su miktarının, 4000 m3’ten 1519 m3’e gerilediğini de unutmamak gerek. Son hızla su fakiri olma yolunda ilerleyen Türkiye, küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında. Çözülmesi gereken sorun; su temin ettiğimiz ekosistemlere zarar vermeden, yeterli miktarda ve kalitede su elde etmek. Bunun için de suyun akılcı yönetiminin tarım sektörü başta olmak üzere, suyun kaynak oluşturduğu tüm sektörlerde hayata geçirilmesi gerekiyor. Artan nüfus ve tüketim alışkanlıkları su kaynaklarımız üzerindeki talebin ve baskıların da artmasına neden oluyor. Özellikle plansızca hayata geçirilen ve nehir ekosistemlerimiz üzerinde geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açan HES yatırımlarının mutlaka “sürdürülebilirlik kriterleri” etrafında yeniden ele alınması gerektiğine inanıyoruz. 2014 yılında, AB mevzuatıyla uyumlu, havza bazında su yönetimine geçiş konusunu içinde barındıran Su Kanunu tasarısının, katılımcılık ve bütüncül planlama konularındaki eksiklerini ortadan kaldırarak yenilikçi bir yaklaşımla hayata geçmesini diliyoruz. Ayrıca, su yönetiminde “su ayakizi ve su koruyuculuğu” gibi yenilikçi yaklaşımların gündeme getirilmesini bekliyoruz.
WWF-Türkiye olarak, 2014 yılında da gerek ayakizini azaltmaya yönelik, gerek doğa korumaya yönelik projelerimizle, insanın doğayla uyum içinde yaşayabileceği bir geleceğin inşası için çalışacağız. Faaliyetlerimizi “ortak risk” ve “ortak sorumluluktan” yola çıkarak belirlemeye ve daha etkin ve uzun vadeli sonuçlara ulaşmak için iş dünyası ve kamu kurumlarıyla işbirlikleri kurmaya devam edeceğiz.
Hepimizin bağlı olduğu ekosistemleri ve barındırdığı türleri, ancak doğanın insan sağlığı ve refahında oynadığı merkezi rolü kavrayarak koruyabiliriz. Geleceği, bizden sonraki kuşaklar adına güvence altına almak için karar vericilerin, özel sektörün ve bireylerin bu gerçekleri acilen politika ve eylemlere dönüştürmesi gerekiyor.

* WWF-Türkiye Genel Müdürü

Önerilen makaleler