#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Türkiye Hayırsever Bir Ülke mi?

Kurumsal sosyal sorumluluk alanında çalışan Berkay Orhaner bu soruyu “araştırmalara göre ne yazık ki hayır” diye yanıtlıyor. Dünya Bağış Endeksi 2014 verilerine göre, 150 ülke arasında 128. sıradayız. Nüfusun büyük çoğunluğunun Müslüman olması dolayısıyla yardımlar belki başka kanallarla gerçekleşiyor diyorsanız, dünyanın en büyük Müslüman nüfusunu barındıran Endonezya’nın aynı indekste 13., İran’ın ise 19. sırada olduğunu söyleyerek avunmanızı önleyebiliriz.

Günlük yaşantımızın pek çok alanı yardım ve iyilik yap­mayla ilişkilidir. Çocuğumuz olduğunda etrafa tatlı dağıtırız, çocuğun dişleri çıkınca bereket­li olsun diye bulgur pişirir ikram ederiz, adağımız yerine gelirse bir fakiri doyururuz, dini bayramlar zaten etrafımıza yardım etmek ve ikramda bulunmak üzerine şekillen­miştir, düğünler yeni evli çifte yar­dım toplama amacı güder, cenaze törenlerine bile gelenlere ikramda bulunulur. Eminim bu listeye farklı adetlerin etkisiyle nice yeni mad­deler eklenebilir; fakat var olanlar azalmaz.
Kurumsal düzeyde ise hayırsever­lik tarih boyunca vakıflar üzerin­den şekillenmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı Tarihte İlginç Vakıflar kitabında yaz ayla­rında soğuk su dağıtanlardan, fakir­lerin evlerini tamir edenlere kadar çok çeşitli amaçlarla hayırseverleri bir araya getiren vakıfları görmek mümkündür. Vakıflar halen hayır­severlik etkinliklerinin merkezinde yer alıyorlar. Türkiye’deki en zen­gin ailelerin hemen hepsi, eğitim, sağlık, spor ve diğer alanlara yö­nelik desteklerini vakıflar üzerin­den sağlıyor.
Geleneksel olarak zengin kişi­lerden ve devletten hayırsever­lik beklenmiştir. Bu beklentiye Sanayi Devrimi sonrası güçleri gittikçe artan şirketler de dahil oldular. Artık en az bireyler ve devlet kadar şirketlerin de yardıma muhtaç ki­şilere el uzatması, toplumun refahına katkıda bulunması bekleniyor. Dolayı­sıyla hayırseverliği bireysel ve ku­rumsal olmak üzere iki ana eksende inceleyebiliriz.

En Son Kime İyilik Yaptınız?
Türkiye, tarihindeki hayırsever­lik örnekleriyle ve kültüründeki yardımseverlik özellikleriyle övü­nen bir ülkedir. Fakat uygulandı­ğı ülkelerde yaklaşık 1000 kişi ile yürütülen kapsamlı bir çalışma, Türkiye’nin hayırseverlik karnesi­ne oldukça düşük bir not veriyor. Araştırmada katılımcılara hayırse­verlikle ilgili üç temel soru sorulu­yor. Buna göre katılımcılara son bir ay içerisinde herhangi bir kuruluşa para yardımında bulunup bulun­madıkları; bir yardım kuruluşunda gönüllü olarak çalışıp çalışmadıkla­rı ve ihtiyacı olan tanımadıkları bir yabancıya yardım edip etmedikleri soruluyor. Katılımcıların verdikleri yanıtların ölçülmesiyle ortaya Dün­ya Bağış Endeksi (World Giving Index) çıkıyor. Endekste yer alan bazı ülkelerin 2014 sonuçları Tablo 1’de görülebilir:
Yaklaşık 150 ülkenin yer aldığı liste­de Türkiye ancak 128. yardımsever ülke olabiliyor. Belki de ülke­mizde hayırse­verlik daha çok sadaka vermek veya yardım g ö n d e r m e k olarak algı­ landığı için, Türkiye’deki katılımcı­ların notu özellikle gönüllü çalışma konusunda oldukça düşük görü­nüyor. Akıllara Türkiye’de hayırse­verliğin daha çok din üzerinden şe­killendiği ve insanların özellikle Ramazan ayında veya diğer önemli dini günlerde hayır işlemeye meyilli oldukları, dolayısıyla bu endeksin Türkiye’yi yeterince iyi anlayamadı­ğı gelebilir. Fakat listede Müslüman nüfus barındıran diğer pek çok ülke üst sıralarda bulunabiliyor. Örneğin dünyanın en büyük Müslüman nü­fusunu barındıran Endonezya 13. sırada, komşumuz İran ise 19. sı­rada yer alıyor.
Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı’nın 2005’te yayınladığı Türkiye’de Hayırseverlik Araştırmasının bul­guları ise bireylerin hayırseverlik etkinliklerine yaklaşımlarını orta­ya koyuyor. Araştırma sonuçları Türkiye’nin Dünya Bağış Endek­si’ndeki düşük notunu doğrular nitelikte. Buna göre halkın sadece %20’si yoksullara yardım etmenin tüm vatandaşların görevi olduğunu düşünüyor. Araştırmaya katılanla­rın %56’sı geride kalan bir yıl bo­yunca herhangi bir kişiye herhangi bir maddi yardımda bulunmadığını söylüyor. “İhtiyaç sahiplerine yar­dım etmek kimin görevidir?” soru­suna katılımcıların %38’i “devletin” yanıtını veriyor.

Ya Şirket Hayırseverliği?
Küresel ekonominin kontrolünü çoktan devletlerin elinden almış olan şirketler, aynı zamanda gü­nümüzün en önemli hayırseverle­ri. Şirketler sağlık, eğitim, spor ve kültür alanında fark yaratabilecek vakıfların en önemli destekçileri ko­numundalar.
Türkiye’nin en çok bağış yapan şirketleri “Gönlü Zenginler Araş­tırması” adı altında listeleniyor. Bu listenin üst sıralarında tahmin edilebileceği gibi Türkiye’nin en ünlü ve zengin aileleri bulunuyor. Tablo 2’de 2013 verilerine göre, Türkiye’nin en büyük bağışçıları ve bağışladıkları miktarlar var. Bu bilgiye ek olarak tabloda bu şirket­lerin aynı yıl elde ettikleri toplam gelir miktarları da görülebiliyor. Böylece şirketlerin yıllık kazançla­rının ne kadarını hayırseverlik için kullandıklarını hesaplayabiliyoruz. Bu verilere göre, Türkiye’nin en fazla miktarda bağış yapan şirket­leri, ortalama olarak kazançlarının %2,3’lük kısmını hayırseverlik etkin­liklerinde kullanıyor.
Peki acaba, ilk tabloda görüldüğü gibi, dünyanın bireysel hayırsever­likle ilgili şampiyonu konumunda yer alan ABD’de şirket hayırseverli­ği ne durumdadır? Bir önceki tablo­yu ABD’nin verileriyle oluşturursak ilginç bir sonuçla karşılaşıyoruz: Şaşırtıcı bir şekilde ABD’deki hayır­severlik şampiyonu on şirketin yap­tıkları bağışların şirket gelirlerine oranı %2,32 olan Türkiye ortalama­sının çok altında yer alarak %0,18 düzeyinde kalıyor.
Bu noktadan hareketle Türkiye’de­ki şirketlerin hayırseverlik konu­sunda ABD’ye göre çok daha cö­mert olduğunu söyleyebilir miyiz? Nasıl oluyor da şirket hayırseverliği konusunda ABD’li şirketlerin bile önünde yer alabilen Türkiye, birey­sel hayırseverlik konusunda çok ge­rilerde kalıyor?

Ahir Zamanda Hayırseverlik
Artık herkesin herkesi tanıdığı, kimsenin aç kalmadığı, herkesin birbirinin yardımına koştuğu o eski zamanlarda yaşamıyoruz. Yardım etmek ve iyilik yapmaya ilişkin is­teklerimizi günümüz gerçeklikleri­ne uygun olarak yeniden ele alma­mız gerekiyor. Dünyanın önemli metropollerinde hayırseverlik ile ilgili etkinlikler yepyeni yöntemlerle gerçekleştirilebiliyor ve kurumsal­laştırılıyor. Mesela her geçen gün toplum refahına katkıda bulunan sosyal girişimcilik projelerinin sa­yısı artıyor ve saygın üniversiteler sosyal girişimciliğe özel bölümler açıyor. Türkiye’de ise hayırseverlik­le ilgili yeterince yaratıcı ve kapsa­yıcı girişimlerle maalesef istenilen düzeyde karşılaşamıyoruz. Özellikle istekli bireylerin gönüllü çalışmalar yapabilecekleri ortamlar oldukça kısıtlı. Türkiye’deki sivil toplum ku­ruluşları ve diğer kurumlar gönüllü kişilerin birlikte bir amaç uğruna emek harcayabilecekleri koşulları oluşturmakta halen yetersiz kalıyor.
Her ne kadar ikramda bulunmak ve yardım etmek gibi davranışlar gün­lük hayatımızın merkezinde yer alı­yor da olsa, bu kültürü bireysel ha­yırseverlik ekseninde daha sistemli uygulayabileceğimiz yapıları henüz yeterince oluşturabilmiş değiliz.

İyi de Kime Nasıl Güveneceğiz?
Maalesef Türkiye’nin son 30 yıllık geçmişi, hayırseverlik ile ilgili ça­lışan sivil toplum kuruluşlarının skandallarıyla dolu. İnsanların temiz duygularla iyilik yapmak için güven­dikleri kuruluş adlarının yolsuzluk iddialarına karışması, hayırsever­lik yapma iddiasındaki kurumların şeffaflıkları ve hesap verebilirlikle­rine gölge düşürüyor. Türkiye’deki yardım kuruluşlarının pek çoğunu kolaylıkla siyasi veya dini topluluk­larla ilişkilendirebiliyoruz. Bu ilişki­lerden rahatsız olanlar, kendilerine şaibeli olmadığını düşündükleri bir aracı kurum bulmakta güçlük çe­kiyor. Bir yere yardım gönderirken veya para bağışlarken istemeden de olsa yaptığımız yardımın yerine ula­şıp ulaşmayacağından kuşku duyar haldeyiz.
Peki, Stratejik Hayırseverlik de­sek? Hayırseverlik ve strateji söz­cükleri yan yana geldiğinde kimileri­ne göre bir oksimoron oluşturabilir çünkü strateji bir kazanım elde et­mek için geliştirilir. Hayır işlemek ise karşılık beklemeden yapılan yardım anlamında kullanılır. Dolayı­sıyla bu iki kavram birbirinden zıt amaçlar içeriyor gibi anlaşılır.
OECD’nin 2014’te yayınladığı ge­lir eşitsizliğine ilişkin raporunda, Meksika’dan sonra Türkiye, ser­vetin en adaletsiz şekilde payla­şıldığı ülke olarak göze çarpıyor. Bu açıdan bakınca Türkiye’deki şirketlerin gelirlerinin bir kısmı­nı topluma geri kazandırmaktaki bonkörlükleri oldukça sevindirici. Fakat şirketleri cömert olan bir toplumun bireylerinin hayırsever­lik konusunda istekli olmamaları bir tezat oluşturuyor. Belki de bu çelişkiyi anlamak için Prof. Mel­sa Ararat’ın sıklıkla dile getirdiği farklı hayırseverlik anlayışlarını düşünmemiz lazım. Hayırseverlik “fakirlere ve ihtiyacı olanlara yar­dım etmek” olarak algılandığında (İng: Charity) fakirlik normalleşti­rilmiş bir kavram oluyor. Oysa ha­yırseverliği, insanların karşılaştığı olumsuz koşulları yok etmek için, toplumsal refahı geliştirme çabası (İng: Philanthropy) olarak algılar­sak, iyilik yapmaya ilişkin iyi niye­timiz birikimli ve akılcı bir enerjiye dönüşebiliyor.
İşte hayırseverlik ve stratejiyi tam bu noktada birleştirmek lazım. Ku­rumların ve bireylerin toplumsal faydayı artırmak ve sürdürülebilir kılmak amacıyla ayırt edici beceri­lerini akılcı bir şekilde kullanma­ları için yeni ve yaratıcı yöntemler keşfetmek, iyi niyetli insanları ha­yal kırıklığına uğratmayacak dü­rüst yaklaşımlar benimsemek ge­rekiyor. Yoksa iyilik yapıp yapıp denize attıkça ancak çevreyi kirlet­miş olacağız.

EkoIQ Editör