COP28’in en tartışmalı konusu olan fosil yakıtlarda, “aşamalı azaltım” veya “çıkış” yerine devletler “uzaklaşma” ifadesinde anlaştı. Ancak ne zaman uzaklaşılacağı sorusunun bir cevabı yok. İstanbul Politikalar Merkezi, İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin de kararı “Şu an için oldukça zayıf bir niyet ifadesi” olarak yorumlarken, “Yine de ekonomik olarak başlayan enerji dönüşümünün yasal ve bağlayıcı olarak da kabul edilebilecek bir metne girmiş olması önemli” diyor.
Yazı: Bulut BAGATIR
COP28’de fosil yakıtlarda uzaklaşma kararı çıktı. Tarihi olarak nitelendiriliyor. Bu doğru bir niteleme mi? Bu müzakerelerde kazananlar kim, kaybedenler kim?
Bence tarihi bir başarı yok ancak bazılarının söylediği gibi fosil yakıt çağının sonunun başlangıcı olarak nitelendirilebilir. Çünkü tek başına bu karar fosil yakıt çağını bitirmez. Enerji dönüşümü halihazırda başlamıştı. Bu dönüşümü, fosil yakıtlardan uzaklaşmaya yönelik genel çabayı hem Avrupa Birliği’nin (AB) Yeşil Mutabakatı’nda hem de ABD’nin Enflasyon Azaltım Yasası’nda görebiliyoruz. Bahsi geçen çabanın daha çok kömür üzerine yoğunlaştığını da söylemeliyiz. Henüz petrol ve gaz çok azalmadı. Bunların yanı sıra Çin’de de büyük bir yenilenebilir enerji artışı var. Hepsini bir arada düşündüğümüzde fosil yakıt çağından çıkışın başlayacağına dair epey bir belirti vardı. Bir başka belirti de OPEC ülkelerinin ve fosil yakıt şirketlerinin direnç gösterip bu sonucu engellemek için ellerinden geleni yapmalarıydı. En önemlisi de bence hem ülkelerin hem de şirketlerin saldırıdan savunmaya çekilmiş olmaları. Tüm bu gelişmeler fosil yakıt devrinin bitmeye başladığını gösteriyordu. Bunun, bütün ülkelerin kabul etmiş olduğu resmi bir COP kararında, çok zayıf bir ifadeyle de olsa anılmış olması, sonun başlangıcı kabul edilebilir.
Peki, neden zayıf diyoruz? Çünkü fosil yakıtların sonunun çok hızlı gelmesi lazım. Gelişmiş ülkelerde 2040 gibi, diğer bütün ülkelerde ise 2050’lerde fosil yakıt kullanımı tamamen sonlandırılmalı. Halbuki şu anki karar bunu çok daha uzun bir süreye yaymaya neden olacak şekilde yoruma açık. Fosil yakıtlardan 100 yıl içinde mi, 50 yıl içinde mi, yoksa 20 yıl içinde mi uzaklaşacağız? Bu belli değil. Şayet, örneğin 2050’lere kadar uzaklaşma çağrısı yapılsaydı o zaman gerçekten önemli bir adım olurdu. Şu an için oldukça zayıf bir niyet ifadesi olduğu söylenebilir. Yine de ekonomik olarak başlayan dönüşümün yasal ve bağlayıcı olarak da kabul edilebilecek bir metne girmiş olması önemli.
Şu anda toplam 127 ülke fosil yakıtlardan çıkışı destekliyor. Bu sayı geçen sene 80’di. Geriye ise yaklaşık 70 ülke kaldı. Bunların birçoğu Arap grubu ve gelişmekte olan ülkeler. Fosil yakıt karşıtı grup çok ciddi bir moral ve sayısal üstünlük kazanmış durumda. Bir de buna Petrol ve Gazın Ötesi İttifakı (Beyond Oil&-Gas Alliance-BOGA) üyelerinin artması da önemli bir gelişme olarak eklenmeli. Eskiden Danimarka, Kosta Rika ve ada ülkeleri bu ittifaka üye iken şimdi Fransa, İsveç, İspanya ve İrlanda gibi ülkeler de yer alıyor. Aynı zamanda Powering Past Coal Alliance’a (PPCA) ABD’nin katılmasını da atlamayalım. Bir ivmelenmeden söz edebiliriz.
Sonuç metnine baktığımızda karbon yakalama ve depolama (CCS), nükleer enerji teknolojisi ve geçiş yakıtı olarak gazın ima edildiğini görüyoruz. Azerbaycan da gaz potansiyelini öne sürerek, geçiş sürecinde rol oynayabileceklerini söyledi. Özellikle ada devletlerinin COP anlaşmasının gediklerine dair çekinceleri vardı. Finansman konusunda ciddi bir ilerleme sağlanamadı. Bütün bunları göz önüne getirirsek COP28’in gedikleri kapattığı açıklardan daha büyük diyebilir miyiz?
Geçiş yakıtından başlayalım. Bu ifade Rusya’nın zorlamasıyla metne dahil oldu. Azerbaycan gibi diğer gaz üreticisi ülkeler de bundan memnun olmuştur. AB’nin de Rusya-Ukrayna savaşından beri LNG gibi bir merakı var. Gaz altyapısını geliştirmeye devam ettikleri için geçiş yakıtı ifadesinin COP kararına girmesiyle iklim krizi gerekçesiyle gaza karşı yapılacak muhalefetin önünü kesmek işlerine gelir. Bu ifade tam da bu açıdan sakıncalı. Ancak tek başına iklim krizini gazla bitirelim gibi bir anlam çıkarmak çok zorlama olur. Kimse ona inanmaz. Ekonomik olarak da rasyonel değil.
Nükleerin metne girmesi ise büyük skandal. 30 senedir hiçbir metne nükleeri sokmayı başaramamışlardı. İlk defa COP’a 2008’de katılmıştım. Orada da nükleerciler stantlar açıp, etkinlikler yapıp o zaman çıkacak metne nükleeri sokmaya çalışmışlardı. Nükleerciler yıllardır nükleer enerjinin iklim değişikliğine çözüm olduğunu bu metinlere sokmaya çalışıyorlar. İlk defa bunu başardılar. Bence bunda iklim hareketinin de kabahati var. Çünkü bu hareketin içerisindeki James Hansen ve George Monbiot gibi önemli isimler buna yol verdi. Özellikle Almanya’nın nükleerden çıkış kararını “erken” diye eleştirenler oldu. İklim hareketinin kafa karışıklığının da bence bu kötü sonuçta etkisi var.
Örneğin böyle bir karar olmasa da COP28 sırasında 22 ülkenin imzaladığı bildiri nükleer kapasitesini üç katına çıkarmayı hedefliyor. Üç katına rüyanda bile çıkartamazsın. Şu anda 400 küsur nükleer santral var. Bir nükleer santralın yapımı en az 8-10 yıl sürüyor ve dünyanın en pahalı enerji üretim biçimi. Bunun hayal olduğunu kendileri de biliyor. Ancak nükleer endüstrisi için tek bir yatırım bile kârdır. Bunlar aslında gelişmekte olan ülkelere nükleer reaktör satmak için iklim müzakerelerini bir kaldıraç olarak kullanıyorlar. İki tane de satsalar, beş tane de satsalar bir kâr. Aynı zamanda ABD’nin de yeni nükleer santral kurmasını sağlamaya çalışıyorlar. Bütün iklim müzakerelerini bu niyetle baltalıyorlar. Türkiye gibi enerji dönüşümünü nükleere bağlamaya kalkan ülkeler yenilenebilir enerjinin önünü kesecekler. Yenilenebilire akması gereken finansman nükleere akacak. Bu karar Rusya’nın da işine yarayacak. Çünkü dünyada kendi ülkesi dışında en çok nükleer santral yapan ülke Rusya.
CCS’e gelince, bence bu teknolojiye de kimse inanmıyor. CCS’in de yakın veya uzak vadede büyük miktarda karbonun tutulmasını sağlayacağına inanan kimse yok. Çelik gibi karbonsuzlaştırılması zor sektörler için savunulabilir ama kömür veya diğer fosil yakıtlar için değil. Türkiye’de termik santrallardan gelen 150 milyon tona yakın emisyon var. 150 milyon tonu nasıl tutacaksınız, tutsanız bile nereye gömeceksiniz? Böyle bir jeolojik formasyon dünyada yok. CCS’in kömüre uygun olmadığını biliyorlar. Ancak doğalgazdan üretilip CCS ile karbonun tutulduğu iddia edilen mavi hidrojenin önünü açmaya çalışıyorlar. Halbuki mavi hidrojen üretiminde karbon doğru düzgün tutulamıyor. En fazla %10-20. Bir de hep söylendiği gibi, fosil yakıtların yenilgisinin üstü örtülmeye çalışılıyor. CCS öyle bir teknoloji ki fosil yakıtlar aslında hep kullanılabilecek kaynaktır fikri savunulmuş oluyor. Bir propaganda silahı olarak öne çıkarılıyor. Aksi takdirde petrol şirketlerinin 30 yıl içerisinde kapanması gerekiyor. Bu üçü de çok önemli hatalardı.
1,5 derece hedefinin artık ciddi şekilde tehlike altında olduğunu görüyoruz. Bazı bilim insanları da bu nedenle COP müzakerelerinin meşruiyetinin ortadan kalktığını söylüyor. Bu haklı bir eleştiri mi?
1,5 derecenin aşılacağı kesin. Bu sene 1,4 derecelikbir sıcaklık artışı vardı. Büyük ihtimalle beş yıl içerisinde kalıcı olarak aşılacak. Ancak 1,5 derecenin politik bir hedef olarak canlı tutulması gerekiyor. Eğer 1,5 derece olmadı, 2 derece olsun derseniz bütün Ulusal Katkı Beyanları (NDC) gevşemeye başlar. 2025’te verilecek 2. NDC’ler zayıflar. Zayıflamamasını, aksine güçlenmesini sağlamanın tek yolu, bu hedefi politik olarak canlı tutmak. 1,5 derece tutmayacaksa, 1,7 dereceyi hedefleyebilirsin. Olmadı diye ucunu açık bırakmamak şart. Mevcut gidişat 2,5 ila 3 derece arasında. Eğer 2. NDC’ler, AB’nin %90 azaltım hedefi vermesi ihtimalinden bahsediyorlar, böyle güçlü çıkarsa sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma şansımız olur. Bu biraz Çin’le de bağlantılı. Çin’in emisyonlarının da 2025’te zirve yapacağı iddia ediliyor. 1,5 derece hedefini savunanlara saldıranlar, zaten 1,5 derece hedefi geçildi diyenler iklim görüşmeleri hakkında hiçbir şey bilmiyor. Paris Anlaşması’nın ne demek olduğunu, 1,5 derece hedefinin ne anlama geldiğini bilmeden, özellikle de Peter Kalmus gibi bazı iklim bilimciler, bambaşka bir noktadan bakarak konuşuyor. Kendilerini radikal olarak ortaya koymaya çalışan iklim bilimciler bu politikalara zarar veriyor. Çünkü bu da bir tür inkarcılıktır. Her şey bitti diyen kıyametçilik de bir tür inkarcılık olarak adlandırılabilir.
Yani ben COP’ların meşruiyeti ortadan kalktı denmesini, en az fosil yakıt şirketlerinin yaptığı kadar sakıncalı buluyorum. Paris Anlaşması’nın, COP kararlarının içeriğini, oradaki politik oyunları, fosil yakıt şirketlerinin lobilerini eleştirebiliriz. Ancak bu mekanizmanın kendini gayrimeşru ilan etmek fosil yakıt şirketlerinin yaptığından daha ağır bir ihanet olur. Elimizde başka bir şey yok ve bu ortadan kaldırılırsa yenisini kuramayız. Dünya bu hale gelmişken, aşırı sağın yükselişini de hesaba katarsanız, yeni bir iklim rejimi kurulamaz. O nedenle elimizdekinin kıymetini bilip, bunu güçlendirip, bu çerçevede çok daha güçlü bir mücadeleye girişmemiz gerekiyor. Sivil toplumun çok daha güçlü bir şekilde orada olması elzem. Çünkü sivil toplumun varlığı, iklim hareketinin uzman bakışı, yayımladıkları raporlar, her gün düzenledikleri basın toplantıları, eylemler olmadan ne Paris Anlaşması çıkardı ne de fosil yakıt metne girerdi.
Bütün ilerlemeler sivil toplumun ve iklim hareketinin sayesinde oldu. Bu sene STK’ların önde gelen aktivistleri ile delegelerin beraber çalıştıklarını biliyoruz. Sivil toplum satır satır metinleri ileriye götürmek için uğraştı. Ülkelerin politikaları da bu sayede değişiyor. ABD Enflasyon Azaltım Yasası ile yeni batarya ve güneş paneli fabrikaları kuruluyor. Sadece bir yılda 300 milyar dolarlık yatırımdan bahsediliyor. Bugün bunu konuşuyorsak sivil toplumun COP’ları terk etmemesi sayesindedir. O nedenle COP’ların meşruiyeti kayboldu demek saçmalık.
Bir sonraki COP Azerbaycan’da olacak. İklim aktivistleri de yeniden bir COP’un fosil yakıt ülkesinde düzenlenmesi nedeniyle endişeli. Ardından da COP, Lula liderliğindeki Brezilya’ya taşınacak. 2. NDC turunun da geleceğini düşünürsek önümüzdeki iki seneye dair beklentileriniz neler?
Azerbaycan COP’u finans COP’u olacak. Orada asıl gündem, Yeni Kolektif Sayısallaştırılmış Hedef (NCQG). Bu da 2025 sonrasının finans hedefi. 100 milyar dolarlık taahhüt bitecek, NCQG çıkacak. Bakü’de çok fazla fosil yakıt gündemi olacağını sanmıyorum. Ancak geçiş yakıtları ifadesini zorlarlarsa, ciddi bir problem olabilir. Fosil yakıtlardan uzaklaşmayı geri aldırmaları mümkün olmaz. Bir sefer metne girdi mi, onu oradan çıkarmak imkansız. Tabii fosil yakıt ülkesinde olması çıkar çatışması yaratıyor. Bu seneki COP Başkanı ülkenin petrol şirketi Adnoc’un CEO’suydu. Seneye de umarım Socar’ın CEO’sunu COP Başkanı yapmazlar. Bir taraftan da belki de iyi oluyor diye düşünmeye başladım. Fosil yakıtların sonunun başlangıcının petrol üreticisi bir ülkede olması tarihe kayıttır. Belki de o yüzden çok fazla savunmaya geçemiyorlar.
2025’te ise Brezilya’nın asıl hedefi Amazon’un ormansızlaşmasının önlenmesi. O nedenle Belem’de yapmak istiyorlar. Brezilya’da başka yer yokmuş gibi, Amazon Ormanları’nın dibindeki Belem’de yapmak bir sürü lojistik soruna yol açacak.
Bunun yanı sıra isteseler de istemeseler de 2. NDC konuşulacağı için yine konu azaltıma kayacaktır. COP28’in bitişinden iki gün sonra 600’den fazla yeni petrol aramasına lisans verdi Lula, -ki kendinin de fosil yakıtçı olduğu böylece ortaya çıkmış oldu- Amazonlar konusunda kredisi yüksek, özellikle Bolsonaro dönemi ile kıyaslarsanız. Ancak fosil yakıt konusunda bu son hamle büyük soru işareti yarattı. Orada fosil yakıtlar açısından ikiyüzlülük tartışması görebiliriz ki bu mesele zaten birçok ülke için geçerli. Norveç mesela, fosil yakıtlardan çıkış konusunda en ileri pozisyonu savunan bir ülke ancak yeni petrol kuyuları açmayı hedefliyor. ABD, Kanada ve İngiltere de yeni petrol kuyuları arayışında.
Son olarak Türkiye’yi konuşalım. Oldukça sessiz bir pozisyonda, kömürden çıkışa karşı gelen, yenilenebilir enerji taahhüdünü imzalamayan bir Türkiye vardı karşımızda…
Türkiye henüz iklim politikalarının önemini kavrayamadı. Çağı yakalayamıyor. Çok gecikti, daha da gecikecek. Çünkü enerji bürokrasisi enerji dönüşümüne inanmıyor. Burada tek inandıkları kaynak nükleer ve büyük bir hata yapıyorlar. Nükleere bu kadar destek vererek yenilenebilir enerjinin gelişiminin önünü tıkıyorlar. Kömürden çıkışı da hayal edemiyorlar.
Türkiye’de enerji bürokrasisi ve uzmanlarının da dahil olduğu enerji çevresinin geneli Türkiye’deki iklim politikalarının ilerlemesinin önünü tıkıyor. Bu kadar basit bana kalırsa.
Türkiye henüz bu işi anlayabilmiş değil. Hâlâ daha eski konseptlerle, 1990’ların anlayışıyla, EK’lerle uğraşarak gelişmekte olan ülke olduğunu iddia ediyor. Bunun pek bir önemi de kalmadı ki kalmış olsa bile bu pozisyonun değişmeyeceğini kendileri de biliyor. Dolayısıyla ilerici bir iklim politikası belirlemenin çok uzağındalar. Son hükümet ve bakan değişikliği bunu daha da geriye götürdü. Yeni bakan gelmeden önce Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın daha ileri bir pozisyon almaya başladığını görmüştük. Bakanlığın bürokrasisi bence hâlâ ileri bir pozisyonda ama bakanlığın politik kadrosu, bakan ve yeni bakan yardımcısı/başmüzakereci bana kalırsa olayın öneminin henüz farkında değil.
Umarım ilerici iklim politikalarının Türkiye’nin ne kadar faydasına olduğunu kısa sürede anlayabilirler. Başta Enerji Bakanlığı olmak üzere ve ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı hâlâ iklim politikalarının Türkiye’nin kalkınmasına engel olacağını sanıyor. Halbuki bunun tam tersinin geçerli olduğunu, iklim politikalarının Türkiye’nin ekonomisini iyileştireceğini, cari açığını ve fosil yakıt bağımlılığını azaltacağını, yenilenebilir enerjideki fırsatları, yerli güneş ve rüzgar sanayisinin artmasının ülkeyi zenginleştireceğini henüz anlayamadılar.
Umarım çok kısa bir sürede anlayabilirler ve 2. NDC’yi yaparken, doğru bir pozisyon alırlar. Aksi durumda beş sene daha kaybedeceğiz. Şu anki çerçeve maalesef Türkiye’nin COP’ları kendi pavilyonu içerisinde yaptığı etkinliklerle sınırlı bir iletişim faaliyeti gibi, kendi yakın olduğu ülkelerle bir diplomasi faaliyeti gibi kullandığını gösteriyor. Türkiye’nin resmi delegasyonunda özel sektör kimliği ile gelenler içerisinde 7-8 petrol şirketi temsilcisi vardı. Petrol zengini bir ülke olmamasına rağmen petrol endüstrisi temsilcilerine COP yolu açıyor. Bu yaklaşımı acilen değiştirmemiz lazım.
Bu yazı ekoIQ’nün 109. sayısında “Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma, Çok Zayıf Bir Niyet İfadesi” başlığıyla yer almaktadır.