Küresel Denge Derneği, BM Küresel Çevre Fonu/ Küçük Destek Programı’nın (GEF/SGP) hibe katkısını alarak “Türkiye’de İklim Değişikliği Mücadelesinde Kayıp Bileşen: Kadın” başlıklı bir proje gerçekleştirdi. Projenin amacı Türkiye’nin iklim değişikliğine dair temel politika, plan ve programlarına toplumsal cinsiyet eşitliği bakışının yerleştirilmesi için ilk adımları atmaktı. Dernek Başkanı Dr. Nuran Talu, çalışmalarının, Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadelenin yukarıdan aşağıya politikalarla değil, aşağıdan yukarı yaklaşımlarla toplumun önemli alt kümelerini dahil ederek yapılmasına imkan tanıdığını söylüyor ve kadının iklim değişikliğiyle mücadeledeki konumunu anlatıyor.
İklim değişikliği ile mücadelenin toplumsal cinsiyet boyutu dünya gündeminde ne zamandan beri yer alıyor?
İklim değişikliği küresel bir sorun ancak etkileri bölgelere, kuşaklara, ekonomik koşullara, yaşlara ve cinsiyetlere bağlı olarak farklılıklar gösteriyor. Bugün insanlığın topyekûn mücadele etmesini gerekli kılan bir meseleden bahsediyoruz. Buradan bakıldığında kadınların doğal olarak bu alanda yerleri var.
İklim değişikliği ile mücadelenin toplumsal cinsiyet boyutu, uluslararası düzeyde ilk kez 2001 yılında gündeme geldi ve o yıl Marakeş’te (COP7) kadınların iklim değişikliği ile ilgili uluslararası organlarda temsiliyetlerinin güçlenmesi, sayılarının artmasıyla ilgili bir karar alındı. Sonraları, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2007’de yayınlanan 4. Raporu’nda meselenin cinsiyete bağlı olarak önemli farklılıklar gösterdiği açıklandı ve bundan böyle Birleşmiş Milletler’in (BM) öncülük ettiği hemen her uluslararası iklim müzakere ortamında kadınların ve erkeklerin toplumsal rolleri itibarıyla iklim değişikliğinin sonuçlarından farklı ölçüde etkilendiklerine dikkat çekilmeye başlandı.
2012 yılında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) taraf devletleri, aldıkları bir kararla sözleşme ve Kyoto Protokolü çerçevesinde oluşturulan organlara ve programlara kadınların katılımının artırılması ve “kadınların ve erkeklerin gereksinimlerini eşit şekilde karşılamayı amaçlayan daha etkin bir iklim değişikliği politikasının oluşturulması” için CEDAW Sözleşmesi (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) ile Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’na uygun yeni adımlar atılması gerektiğini kabul ettiler. Daha da önemlisi bu tarihten sonra taraflar, bu amaçla toplumsal cinsiyet ve iklim değişikliği bağının taraf devletler konferanslarında görüşülmek üzere gündeme daimi bir madde olarak konulmasını kararlaştırdılar.
Böylece uluslararası düzeyde kadınların köyden küresel düzeye kadar iklim değişikliğine tepki/önlem olarak aktif rolleri olduğu açıkça beyan edilmiş oldu. 2014’te Lima’da (COP20) “Toplumsal Cinsiyet Hakkında Lima Çalışma Programı” kabul edildi ve toplumsal cinsiyete duyarlı iklim politikaları, uluslararası resmi masalarda daha kararlı bir şekilde dikkate alınmaya başlandı.
Kadınların iklim mücadelesindeki konumlarını güçlenmesinde Paris Anlaşması’nın etkisi oldu mu?
Evet, Paris Anlaşması bu konuda daha cüretkârdı. Anlaşmada, tarafların iklim değişikliğine karşı önlem alırken toplumsal cinsiyet eşitliği faktörünü dikkate almaları gerektiğinin altı çizildi. Bu beyanın, iklim değişikliğinin toplumsal cinsiyetle bağlantılı boyutlarının uluslararası bir anlaşma düzeyinde ilk kez kabul edildiği manasını taşımasından ötürü Paris Anlaşması ayrıca değerlidir. 2017 yılında Bonn’da (COP23), taraflar iklim değişikliği ile mücadele için “Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı”nı kabul ettiler ve böylece uygulamalar yepyeni bir boyut kazanmış oldu.
Bugün artık iklim müzakerelerinde kadınlar ve erkekler arasında iklim değişikliğine katkı ve sonuçlarından etkilenme bakımından ortaya çıkan farklar çok daha fazla tartışılıyor, kadınların iklim değişikliğinin sonuçlarından farklı ve eşitliksiz bir şekilde etkilendikleri ya da iklim değişikliğine farklı ölçülerde katkıda bulundukları yönünde araştırmalar giderek çoğalıyor.
Görünen tabloda; iklim değişikliği ve cinsiyet arasındaki bağlar artık farkındalık meselesi olmaktan çıktı, küresel düzlemde karar mekanizmalarında yer almaya başladı ve bu kararların uygulanması için ülkelerin sorumlulukları var. Nitekim geçen sene UNFCCC Sekretaryası tarafından hükümetlerden resmi olarak muhatap alacakları bir toplumsal cinsiyet odak noktası bildirmeleri istendi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın da İklim Değişikliği Dairesi şube müdürlerinden Tuğba İçmeli’yi “ulusal iklim kadın odak noktası” olarak belirlediğini biliyoruz.
Çalışmanızın Türkiye için bir ilk olduğunu söylüyorsunuz, neden? Türkiye’de iklim politikalarında toplumsal cinsiyet eşitliği dikkate alınmıyor mu?
Önce şu tespiti yapalım; kadınların iklim değişikliği ile mücadelesi dünya gündemini giderek daha çok meşgul ederken, bugün itibarıyla Paris Anlaşması’nın imzacısı olan (henüz taraf değildir) Türkiye’de iklim politikaları ne yazık ki cinsiyet perspektifi olmaksızın tespit ediliyor, hemen bütün çalışmalarda “iklim ve kadın” bileşeni göz ardı ediliyor. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde bugüne kadar doğrudan iklim mücadelesini hedefleyen herhangi bir çalışma da yok. İklim verileri cinsiyet temelinde ayrıştırılmıyor. Daha da önemlisi devlet politikaları kadınları yüksek karbonlu bir hayat tarzına itiyor.
Biz Küresel Denge Derneği olarak bu boşluğu doldurmak, yanlışları düzeltmek için yola çıktık ve BM Küresel Çevre Fonu/Küçük Destek Programı’nın (GEF/SGP) hibe katkısını alarak 2017-2018 yıllarında “Türkiye’de İklim Değişikliği Mücadelesinde Kayıp Bileşen: Kadın” başlıklı projemizi gerçekleştirdik. Amacımız Türkiye’nin iklim değişikliğine dair temel politika, plan ve programlarına (azaltım, uyum ve kayıp/zarar, finansman, teknoloji ihtiyaçları vb.) toplumsal cinsiyet eşitliği bakışının yerleştirilmesi için ilk adımları atmaktı.
Neden kadın örgütlerini hedef kitle seçtiniz?
Birincisi iklim değişikliği ile mücadelenin sadece devletin kamu yönetimi politikalarıyla başarılabileceğine inanmıyoruz, sebep olsak da olmasak da geleceğimiz için sorumluluk hepimizin. Devlet dışı aktörlerin ve kitlelerin taşın altına elini koyması lazım. Kitleler derken, Türkiye’de kadın gücünün nüfus ve beyin olarak bu alanda harekete geçmesi çok önemli. Bu ülkede kadın hareketlerinde ve kitlesel cinsiyet eşitliği farkındalık eylemlerinde son derece başarılı takipçilik, savunuculuk örnekleri var, neden iklim mücadelesinde bu kazanımları kullanmayalım ki? Kadınlar bu duruşları ve potansiyelleriyle iklim değişikliği ile mücadelede çok daha hızlı ve gönülden kamuoyu oluşturabilirler. Üstelik Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğini elde etmek için yeni söylemlerin de dile getirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim. Kadın hareketi ile iklim mücadelesini özdeşleştirmek tam da bu noktada değerli.
Projede bizlerin örgütlü temsilcileri olan kadın sivil toplum kuruluşlarına (STK) odaklandık, stratejik ortak olarak cumhuriyetimizin köklü bir kadın örgütü olan Türk Kadınlar Birliği’ni (TKB) seçmemizin anlamı da buydu. Genel Başkan Av. Sema Kendirci Uğurman’ın yönlendirmesiyle Konya ve Çanakkale’de TKB’nin örgütlü desteğini aldık. İklim bilimi eğitimlerimizi değerli hocamız Prof. Dr. Nüzhet Dalfes’den aldık. Sahada kadın STK’larının toplumsal cinsiyet eşitliği ve iklim değişikliği mücadelesinde hak ve ödev alanlarının kesiştiği noktalarda ortak tutum sergilemeleri için çeşitli sektörel/tematik konularda (iklim-akıllı tarım, su yönetimi politikaları, afet riski yönetimi, azaltım politikalarında enerji verimliliği, kentsel, kırsal yoksulluk, sağlık gibi) sorumluluklarını su yüzüne çıkardık.
İkincisi, hepimiz farkındayız ve hüzünlüyüz, son dönemlerde bu ülkede izlenen temel politikalar kadınları hemen her alanda mağdur ve dezavantajlı bireyler olarak yaftalıyor ve bizlerin aktif paydaşlar olmamızı engelliyor. Bize yakıştırılan geleneksel rollerden kurtulmak için ezelden beri mücadele ediyoruz. İklim değişikliği ile mücadele etmek de böyle bir mesele aslında. Kadın örgütlerine hak savunmasında yeni bir politika alanı açmak üzere yola çıktık. Çünkü iklim değişikliğinin insan hakları için bir tehdit olduğunu iyi biliyoruz, o halde, “kadının insan hakları” için de bir tehdit. Türkiye’de kadınların sosyoekonomik konumlarının iyileştirilmesini insan hakları ve iklim adaleti açısından da sorgulamak lazım. Biz bu çalışma ile Türkiye’de hakimiyetini sürdüren gelenekçi toplumsal cinsiyet kurgusunu bu kez cinsiyet eşitlikçi iklim politikaları oluşturmak için sorguladık. Gördük ki bu ülkede kadınlar, iklim mücadelesinde yaşam alanlarını korumak, emek piyasasına girmek, politikalara karar vermek ve yetkin temsil açısından da eşit değiller.
Kadınların iklim mücadelesindeki yerini nerede görüyorsunuz?
Kitlelerde… İklim değişikliği ile mücadele için geniş açılı çözümler yaratmak şart. İyi gitmeyen iklim politikalarına karşı toplum muhalefetinin sürdürülebilir tabana oturtulması ihtiyacı var. Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadelenin yukarıdan aşağıya politikalarla değil, aşağıdan yukarı yaklaşımlarla toplumun önemli alt kümelerini dahil ederek yapılmasına imkan tanıyan bir çalışma oldu bizimki. İklim değişikliğine karşı ekonomik ve sosyal dönüşüm lazım diyorsak, toplumla uzlaşmadan, kadınlarla uzlaşmadan dönüşüm nasıl olabilir ki? Sorunun çözümü -doğası böyle- sadece devletin kamu yönetimi organlarının değil, tüm kesimlerin bu alanda çözümün bir parçası olması gerektiğini gösteriyor. Oysa Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadele politikalarının uygulanmasında önemli eksiklerden biri ilgili tüm aktörler arasında kooperatif bir çalışma dinamiğinin yetersizliği ve kalıcı olmamasıdır. Çok katmanlı bir katılım şart, iklim eylemlerinde sivil toplum camiasını, özel sektör üst kuruluşlarını, düşünce enstitülerini, inanç örgütlerini, kadın ve gençlik hareketlerini, uluslararası örgütleri ve siyasetçileri bir araya getirmek lazım. Bu bir araya gelmelerde kadınların katalizör olma becerilerine özellikle dikkat çekiyoruz.
Dünyaya bakalım, bırakın Batı’yı, Asyalı kadınlara bakalım, Pakistan Kadın Örgütü ekolojik evlerle doğal afetlerin riskini azaltan projeler yapıyor, Kazakistan’da maden atıklarından ekolojik gübre yapan ve satan kadınlar geçim kaynaklarını böyle yaratıyor. Endonezya’daki kadın güneş sobasını köyünde yaygınlaştırıp, ülkesinin yenilenebilir enerji politikalarına destek oluyor. Azerbaycan’daki kadın örgütleri çevre örgütleriyle birlikte petrol ile kirlenmiş toprağı biyoteknoloji metotları ile nötralize ediyor. Ortadoğu’da kadın “Yeşil Cihat” mottosu ile iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı su kaynaklarını korumak için uğraşıyor.
Türkiye’nin iklim siyasetinde karar alma süreçlerinde kadının yeri nerede?
Kadınların bu ülkenin iklim mücadelesinde dolaylı ya da doğrudan emeği çok, ama adı yok. Türkiye’nin iklim değişikliği ile ilgili politikalarına karar verenlerin (yönetici, lider, iklim başmüzakerecisi ve diğerleri) hemen hepsi erkek. Türkiye Cumhuriyeti devleti UNFCCC müzakere masalarına yıllardır erkeklerin inisiyatifinde oturuyor. Bu ülkede kadın iklimciler yok mu? Neden uluslararası iklim müzakerelerinde Türkiye’nin tutumuna dair kararları biz kadınlar vermeyelim?
Durumu daha net anlamak için proje içinde “Türkiye’nin İklim Politikaları Cinsiyete Duyarlı mı?” diye bir araştırma yaptık. Destekçimiz, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda değerli çalışmaları olan Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Barış Gencer Baykan’dı. Araştırmada BM İklim Değişikliği Taraflar Konferanslarında Türkiye’nin müzakere heyetlerindeki cinsiyet dağılımına baktık. 2000 ve 2017 yılları arasında 17 Konferans tarandı, BM İklim Değişikliği Taraflar Konferanslarında müzakere heyetlerinde toplam 905 kişi Türkiye adına görevlendirilmiş. Bu heyetlerin 509’u erkek, 315’i kadın; yani Türkiye’nin bugüne kadarki uluslararası iklim heyetlerinin %65’i erkek, %35’i kadın. Bu değerler açıkça Türkiye’de iklim politikalarına kadınsız karar verildiğini gösteriyor.
Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadele için vatandaşa çağrıda bulunan bir kamu yönetimi yetkilisi; kadınlara daha az sıcak su kullanın, yemek pişirirken, su kaynatırken tencerenizin kapağını kapalı tutun, evinizin sıcaklığını dışarıya kaçırmayın; donmuş gıda kullanmayın taze gıda tüketin; sıvı sabun, kolonya kutularını yeniden doldurup/doldurtup kullanın demiş… Erkeklere ise mümkün olduğunca bisiklete binin demiş. Kadınlar bisiklete binemez mi acaba? Tutucu mevcut zihniyet kadınlara evlerinizde hanım hanımcık oturun, elektrikli ev aletlerini mantıklı kullanın, suda, enerjide tasarruf yapın, evinizin ekonomisine bir katkınız olsun diyor. Oysa biz, elimizin hamuru ile iklim değişikliği ile mücadele için memleket ekonomisine katkı vermeye hazır, bu ülkenin nüfusunun yarısı olan kocaman bir güruhuz. Devletin enerji tasarrufu politikalarında kadınlara yakıştırdığı tek konum olan “enerji hanımı” yaftasını kabul etmiyoruz, bu gibi zihniyetlere karşıyız.
Türkiye’de bir süredir kadınlara iklim değişikliği konularında eğitimler veriliyor, bu eğitimler faydalı değil mi?
Yıllardır Türkiye’de tüm politikalarda eşitlikçi bir toplumsal cinsiyet tutumu benimsenecek denir ama her alanda kadınlar için mağdur/ kurban söylemi kullanılır, aktif vatandaş rolü zayıftır. İklim değişikliği alanında da bu böyle.
Doğrudur, son dönemlerde bakıyoruz, iklim değişikliği alanında kadınları eğitmek için bir dizi eğitim faaliyeti, projeler yürütülüyor. Ancak bu eğitimler “aman kadınları unutmayalım, projenin hibe şartları bunu istiyor” diye yapılıyor, hiçbir amaç olmadan sürdürülüyor ve çoğu zaman da sonuç olmadan bitiriliyor. Mesela Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın 10 yılı aşkın süredir kadın çiftçiye iklim değişikliği eğitimleri verdiğini biliyoruz. Sonuç, tarımda emeği sömürülmeye devam eden, söz sahibi olmayan kadınlar… Hayvancılık sektörü denince kasketli erkek çiftçi, ama sütü sağanlar kadınlar… Bunun adı tarımda toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Biz bu projeye “Nedense yoğurdun maya zamanı tutmuyor artık” diye endişelenen kadın çiftçiye “İklim değişiyor da ondan” dedik, “Bu konu seni, beni, bebelerimizi, memleketimizi çok yakından ilgilendiriyor” dedik. “Tarımın iklime dayanıklı olması bizim elimizde” dedik. Kadının iklim mücadelesindeki yerini gerçekten alması için verilecek eğitim konularının ve muhtevasının titizlikle ve hazırlanması gerektiğine işaret ettik. “Ezber bozulmalı, tarımın anneleri erkek çiftçilere eğitim verecek beceridedir bu ülkede, farkında değil misiniz” dedik.
Geleceğe ışık tutması açısından çalışmanızın sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
En başta, Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadele eden STK’ların ilk kez kadın hakları örgütleriyle diyalog geliştirme ve ortak çalışma ihtiyacı belirginleşti. Sonra, bu alanda araştırmaların yapılması/çoğalması gerektiğine işaret etti bu proje. Çünkü Türkiye’de toplumsal cinsiyet ve iklim değişikliği ilişkisini ortaya koyan veriler yok denecek kadar az, zaten bu nedenle bu alanda toplumsal cinsiyet faktörünün önemi ilk bakışta anlaşılmıyor. Bizim çalışmamız var olan uygulamalar üzerinden bir sorgulamaydı ve sonucunda kadın ve iklim değişikliği arabağını su yüzüne çıkaran, Türkiye için potansiyel alanları, stratejik adımları ve eylem alanlarını tespit ettik. Farklı sektörler ve tematik alanlarda bir yol haritamız var artık. İklime dayanıklı tarım, güvenli ve yeterli gıda, ekoloji mücadelesi, su hakkı, düşük karbon siyaseti, sürdürülemeyen kent politikaları, sağlığımız, adalet ve emek… Bütün bunlar envaiçeşit araştırmaya gebe.
Bir başka önemli çıktı da şu: Türkiye’de kadınların halihazırda iklim değişikliği için verdikleri mücadelelerin görünmez noktalarını aydınlattık. Kadınlar özellikle kırsal alanda emeklerini ve geçimliklerini sömüren ekolojik katliamlara dur demek, yanlış su ve gıda politikalarına izin vermemek için zaten uğraşıyorlar. Bu direnişler iklim değişikliği ile mücadele için toplumsal hareketlerde yerel damarların kadınlarla genişletileceğine işaret ediyor aslında. Çamlıhemşinli Havva Ana’nın Yeşil Yol’a karşı durmak ve yaşama ortamı olan Samistal Yaylası’nı korumak uğruna kendini dozerlerin önüne atması, iklime dayanıklı bir yaşam alanı mücadelesinin somut bir göstergesi değil de nedir?
Kim bu ülkede kadınların düşük karbon ekonomilerinde yaratacakları katma değerin yeterince farkında acaba? Bu soruya cevap verdik. Düşük karbon ekonomisinin yeni iş fırsatları erkekler için var da kadınlar için neden geçerli değil dedik, bu konuda saptamalar yaptık, dünyadan örnekler verdik ve biz bu alana soyunuyoruz dedik. İklim eğitimleri alacaksak bu ülkenin karbon salımı yüksek olan sektörlerinde, sözgelimi enerji, inşaat, ulaşım, atık, geridönüşüm gibi sektörlerinde yeşil iş imkanları için güvenceli istihdam koşullarında çalışabilmek, daha da önemlisi sorumlu olmak için eğitimler almalıyız dedik. Çünkü bu sektörlerde görünmez emeğimiz var, emeğimizin hakkını bu kez iklim mücadelesine tercüme ederek arayacağız dedik.
İşin özü şu; bu süreçte Türkiye’nin kadınları ve genç kızları iklim değişikliği ile mücadelede “biz de” varız değil, “biz” varız dediler, iklim değişikliği ile günlük yaşam alışkanlıkları ve geçim kaynakları arasında bağlantıları idrak ettiler. Kadınlar niye doğalgaz faturasına isyan etmiyorlar ve kreş diye tutturuyorlar, neden; çünkü annelik rolü yapışmış. Hem anne, hem ev kadını hem de iklim mücadelecisi olamaz mıyız yani?