Yazı: Salim KADIBEŞEGİL, RepMan itibar Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanı
Pablo Escobar yıllarca saat gibi çalışan bir uyuşturucu işinin “kralıydı”! Sahibi olduğu kartel Kolombiya merkezli olsa da Amerika pazarını diğer kartellerle paylaşmıştı. Devlete kafa tutan gücü bir ara parlamentoya bile girmesini sağladı. Devlet insanlarını ve kamu görevlilerini tetikçileri kanalıyla öldürmekten çekinmeyen bir karakteri vardı. Hatta kendisini rahatsız eden bir kamu görevlisinin yolcu uçağında olduğu istihbaratını aldıktan sonra, o görevliyi canlı bombayla uçaktaki diğer masum yolcular ile havaya uçurmaktan bile çekinmeyen acımasız bir katildi!
Arkasını bırakmayan namuslu hukukçular oyunlarını bozmasaydı zehir bağımlısı yaptığı insanların üzerinden servetine servet katmaya da devam edecekti. Onu böylesine “dokunulmaz” kılan önemli özelliklerinden bir tanesi yönetiminde söz sahibi olduğu Medellin bölgesinin yoksul insanlarına cömert, hayır hasenat işleri yapıyor olmasıydı. Mahalleye su getirilmesi, futbol takımlarına forma ve top armağan etmesi, kiliselerin onarımı, yolların yapımı, yerel belediyenin bütçesizlik nedeniyle elinin ermediği işlere parasını cömertçe harcıyor olması kolluk güçlerinin işini zorlaştırıyordu. Çünkü onun aleyhinde bir bilgi verilmediği gibi, saklanmasına da yardımcı oluyorlardı. Ama sonuçta kalbi kötü bir insandı.
Şimdi, işler güçler böyleyken Escobar adını sanını çok iyi bildiğimiz çok uluslu reklam ve PR şirketlerinden birisinin kapısını çalsa ve deseydi ki; “Ya benim bu fakir çocukları okutmamı, ailelerine iş vermemi (tetikçilik, uyuşturucu üretimi ve nakliyesi) ve dar gelirlilere sosyal yardımlarda bulunmamı kamuoyuna yansıtmak istiyorum. Beni hep kötü biliyorlar, aslında iyi bir tarafım da var. Bunun da bilinmesini istiyorum. Hatta parası neyse verelim, bunları George Clooney gibi herkesin hayranlık duyduğu bir yıldız anlatsın.” O reklam ve PR şirketi de kısa bir süre içinde yaratıcılığı ve albenisi üst boyutta bir kampanya hazırlasa, ortada cevabı verilmesi gereken iki soruyla bizi baş başa bırakırdı:
George Clooney gibi bir yıldız böyle bir teklifi kabul eder mi? Hazırlanan kampanyayı CNN ve BBC advertorial (haber formatındaki reklam) filmi olarak; New York Times, Time dergisi, Financial Times “bu bir ilandır” ibaresi koyarak sayfalarında ve ekranlarında yer verir mi?
Cevabınızı duyar gibiyim. Bir uyuşturucu kartelinin hayır hasenat işi mi olur? İnsanları zehirliyor, öldürüyor, bu dünyayı daha kötü hale getiriyor. Ama gerçek hayat böyle düşünmüyor ve söylemiyor.
Advertorial ile Duyguları Satın Almak
Günümüzde örneklerine fazlasıyla tanık olduğumuz ve bazı müşterilerine arka kapılarını açan bir kısım reklam ve PR ajanslarının para kazanmak uğruna soyunduğu iş “ yeşil badanalamadan ” başka bir şey değil. Yapmaya çalıştıkları iş için aldıkları boyanın kutusu üzerinde yeşil yazıyor ama içinden kapkara renkte bir boya çıkıyor! “Bu bir ilandır”şemsiyesi altında yağmurdan kaçtıklarını düşünen ve aslında etik ve ahlaki yetersizlikten ötürü sırılsıklam ıslanarak doluya yakalanan advertorial yayıncıları ise yaşamın gerçekleri ile buluştuklarında nasıl bir suça ortaklık ettiklerinin farkında olacaklar mı? Ayrıntılı bir şekilde “Advertorial” başlıklı yazımda bu işe alet olan ajansların adlarına yer vermiştim.
Yeşil badanalama meselesinin tek bir amacı var: “Duyguları satın almak!” Yapılan iş, kamuoyu tarafından bilmesinin denilen gerçeklerin üzerine örtülecek yeşil renkli bir battaniyenin altındaki kapkara kurumsal tarih sayfalarıdır. Birçok şirket ve marka bu işte oldukça da başarılı. Geleneksel medyada haber değeri taşıyan ancak “nedense” haber yapılamayan işleri unutturmak, üzerini örtmek için haber değeri taşımayan unsurları ana yemek olarak servis edenler; para kazandıkları için bunları “bu bir ilandır” yutturmacasıyla yayımlayanlar ve bu kampanyalarda profesyonel işleri gereği rol alan yıldızlar en az unutturulmak istenen “gerçekler” kadar kamuoyunun yanıltılmasında pay sahibi oluyorlar.
Dünyanın En Sorumsuz Şirketleri
Bir zamanlar Public Eye isimli bir sivil toplum kuruluşu 60 ülkedeki destekçilerinden gelen 70 bini aşkın oy ile “dünyanın en sorumsuz şirketlerini” seçiyordu. Başta insan hakları (kadın-çocuk, ırk ayrımcılığı) olmak üzere, rüşvet, suiistimal, gezegenin sürdürülebilirliğine karşı duyarsız olan şirketleri Davos’ta düzenlenen toplantı zamanlamasına uygun bir tarihte dünya kamuoyuna açıklıyorlardı. Buradan hareketle bir sivil toplum kuruluşu kendine iş edinir ve günün birinde “ yeşil badanalama ödülleri ” adı altında kurumları ve markaları mercek altına alır mı acaba?
Shell Hep İleride!
Bütün bu düşünceler dünyanın en büyük enerji şirketlerinden biri olan Shell’in Shell Hep İleride kampanyası nedeniyle gündemime geldi. Duyguları “dibinden” yakalayan ve çok başarılı bir prodüksiyonun ürünü olan kampanya karşısında nedense iletişim ve PR dünyası sessiz kaldı. Kampanyanın öne çıkan ismi yıldız oyuncu Engin Akyürek kendisinden bekleneni fazlasıyla yerine getiriyor. Ama iklim krizinin neden olacağı doğal felaketlerin dört yanımızı sardığı bir ortamda “aslında profesyonelliğini birilerinin nasıl suiistimal ettiğini” sorgulayacak mıdır, bilmiyorum! Senaryolardaki öyküler Gazi Mustafa Kemal’e kadar uzanıyor. Bir markanın kendi reklamını yaparken Mustafa Kemal’i kullanması deyim yerindeyse müthiş bir yaratıcılık! Ayrıca kadınlar, yerel kalkınma ne ararsanız “harika” bir sunum ile gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında önümüze getiriliyor. Hem de gerçek öykülerden alınarak senaryolaştırılmış notları var her birinin bir köşesine!
Markaların ve şirketlerin bu gibi “sosyal sorumluluk” sosu ile lezzetlendirilmiş kampanyalarının arka planına bakmak gibi bir alışkanlığımız yok. Ama bunun gibi herkesi duygularından yakalayabilecek görüntülerin arkasında başka gerçek öyküler var mı, yok mu sorgulamıyoruz. Onlar bu senaryolarda yok! Onlar önümüze getirilmediği gibi gözümüzden uzak tutulması için uluslararası lobi şirketlerine milyonlarca dolar ödeme yapılıyor! Zaten bu yüzden hayatımıza yeşil badana diye bir kavram girdi.
Şirketler ve markalar iletişime bu tür paralar harcarken stratejik bir yanlış yapıyor olabilirler mi? Yani durduk yerde bir zamanlar sıkıntılı olan çalışmalarını kamuoyunun hatırlamasına neden oluyorlar mıdır?
Mesela ben Shell ’in “bu bir ilandır” notuyla yaptığı “Shell Hep İleride” kampanyasının kamuoyu ile paylaşımlarında ne görüyorum?
Evrim Ağacı diyor ki: “1980’lerde Exxon ve Shell gibi petrol şirketleri fosil yakıtların açığa çıkardığı karbondioksitin iç yüzü hakkında araştırmalar gerçekleştirdiler ve bu emisyonların gezegene vereceği zararın sonuçlarını tahmin ettiler. Örneğin, 1982’de Exxon, yaklaşık 2060 yılına kadar CO2 seviyelerinin milyonda yaklaşık 560 parçaya ulaşacağını bu seragazı seviyesinin sanayi öncesi dönemdekinin 2 katına çıkacağını ve bunun gezegenin ortalama sıcaklıklarını o zamanki seviyelere göre yaklaşık 2°C (hatta sanayi öncesi seviyelere oranla daha da fazla) artıracağını öngördü. Aynı on yılın sonlarına doğru, 1988 yılında Shell tarafından hazırlanan bir rapor da benzer etkileri öngördü ve aynı zamanda CO2’nin 2030 yılına kadar daha erken iki katına çıkabileceğini gösterdi.”
Farkında Ama Harekete Geçmiyor
Shell ‘in değerlendirmesi, 1 metrelik deniz seviyesi yükselmesini öngörüyordu ve ısınmanın Batı Antarktika buz tabakasının parçalanmasını da körükleyebileceğini ve deniz seviyesinde dünya çapında “beş ila altı metre” arasında bir artışa neden olabileceğini belirtiyordu. Bu artış, tüm alçak coğrafik özelliklere sahip ülkeleri sular altında bırakmak için yeterli olacaktı.
Shell ‘in analistleri o yıllarda ayrıca, “bazı ekosistemlerin kaybolması veya yaşam alanlarının yok olması” hakkında uyarılar yapmış, “yüzey akışı, yıkıcı sellerin artması ve alçak tarım arazilerinin sular altında kalmasına” yönelik tahminlerde bulunmuş ve yağış değişikliklerini telafi etmek için “yeni tatlı su kaynaklarının gerekli olabileceğini”söylemişler. Hava sıcaklığındaki küresel değişimler aynı zamanda “insanların yaşama ve çalışma şeklini büyük ölçüde değiştirebilecekti”. Evrim Ağacı şöyle tamamlıyor: “Sonuç olarak Shell analistleri, “Bunlar tarihte kaydedilen en büyük değişiklikler olabilir’ sonucuna vardılar.”
Shell sadece bir örnek. Bugün iklim krizi ile yüzleştiğimiz gerçeklerin içinde bizi bu noktaya getiren gelişmeleri başarı ile kamuoyu dikkatinden uzak tutan bir dolu şirket var. Sadece iklim konusu da değil; ilaç, sağlık, gıda, tütün ve tohum gibi endüstriler başta olmak üzere birçok iş alanında doğru bildiklerimizle gerçekler arasında hep bir itiş kakış var.
Örneğin “ Shell Hep İleride ” kampanyasını izlerken Shell’in bilimsel raporlarla iklim krizi konusunu 1980’lerden itibaren bilmesi ama bu gerçeği saklaması aklımı kurcalıyor.
De Correspondent’ten Jelmer Mommers tarafından ortaya çıkarılan belgeler petrol devi Shell ‘in, fosil yakıt emisyonlarının neden olduğu küresel ısınma ve riskleri hakkında en azından 1980’lere dayanan derin bir anlayışa sahip olduğunu gösteriyor.
Dahası bizzat kendi araştırma ekibi Shell ’i bu konunun ciddiyeti ile ilgili uyarıyor. Şirket araştırmacıları 1986’da tamamlanan çalışmalara dayanan 1988 raporunda, “Dünya için potansiyel sonuçlar o kadar büyük ki, politika seçeneklerinin çok daha erken düşünülmesi gerekiyor. Ve enerji endüstrisinin kendi rolünü nasıl oynaması gerektiğini düşünmesi elzem. Aksi takdirde, etkileri azaltmak ve hatta durumu istikrara kavuşturmak için geç kalınabilir” diyor.
Shell kampanyası ile ilgili izlenimlerimin hemen yanı başında tabii ki lobicilik faaliyetleri bulunuyor.
“Shell , iklim değişikliği politikalarına oldukça bağlı görünüyor ve karışık pozisyonlar alıyor. Şirket, emisyon azaltma hedefleri ve karbon fiyatı için en üst düzey desteği ifade etse de fosil yakıt üretimini ve tüketimini, özellikle de fosil gazı ilerletme politikası için lobi yapmaya devam ediyor. Ayrıca, iklim politikasına olumsuz yaklaşan çeşitli endüstri derneklerine üyeliğini de sürdürüyor.”
1990’larda Kuzey Denizi’ndeki Brent Spar petrol arama platformunu işi bittiği için batırmak istemesi ile çevre aktivistleri ile açık savaşa tutuşan şirket yönetimi o yıllardan bu yana çevre konularına yaklaşımı ile ilgili “taraftar bulamayan”politikaları nedeniyle gündemden hiç düşmüyor. O kadar ki Mayıs 2022’de yapılan yıllık genel kurul toplantısında yatırımcılar bile şirketin iklim stratejisi konusunda tatmin olmadıklarını verdikleri oylar ile kayıtlara geçirdiler!
Shell ‘in iklim hedefleri, hissedarların stratejiyi geçen yıla göre daha düşük sayılarda desteklemesi ve enerji devinin fosil yakıtları geliştirmeye devam etmesini protesto eden aktivistler genel kurulun üç saat ertelenmesine neden oldular.
“Londra’daki Central Hall Westminster’ın süslü kubbeli çatısı altında, erişim sağlamak için Shell hisselerini elinde tutmak zorunda kalan protestocular, Başkan Andrew MacKenzie konuşmaya çalışırken slogan attılar ve bağırdılar.Yaklaşık 50 hissedardan oluşan grup, kendilerini Shell ‘in “fosil yakıt boru hatlarına” zincirlemeye söz verirken, Queen’in 1977’deki hit şarkısı We Will Rock You’nun melodisiyle ‘sizi durduracağız’ şarkısını söylediler. Sonuçta genel kurul salonuna polis çağrıldı ve protestocu hissedarlar genel kuruldan çıkarıldı”
Shell yönetimi tabii ki bu iddialar karşısında sessiz değil. İnternet sayfasında iklim değişikliği karşısındaki eylem planını bilimsel verilere ve Paris Anlaşması hedeflerine uygun çalışmalarını kapsamlı bir şekilde açıklıyor. Somut hedefler ortaya koyuyor. Ama neden kamuoyunu yanına çekemiyor?
Petrol Şirketlerinin Kirli Eylemlerinin Sonuçları Hafızalarda
BP Deep Horizon hâlâ yanı başımızda duruyor. Şirketin tarihinde ilk kez hissedarlarına temettü dağıtamadığı bu çevre felaketine, kamuoyunu tatmin edecek performansı gösteremediği için 100 milyar doları bulan tazminatlar ödemek durumunda kaldı. Mesela bu olaydan sonra uzun yıllardır British Museum’daki sponsorluğu devam ettirilmedi. Sivil toplum son derece yaratıcı gösterilerle müze yönetimine “Ya biz ya BP” restini çekti.
Exxon Valdez ise halkla ilişikliler tarihindeki beylik krizlerden biri olarak ders kitaplarına girdi.
Bunları alt alta koyduğumuzda bir yanda gezegenin yatalak bir hastaya dönüşmüş olduğu gerçeği var, diğer tarafta da bunun sorumlusu olan bazı endüstrilerin bilimsel gerçekleri görmezden gelerek “kârlılıklarının sürdürülebilirliğini” güvence altına almak için işlerine aynen devam etmeleri var. Sonuçta hepimizin aynı geminin yolcuları olduğumuz unutulmuş gibi. Bu şirketlerin çalışanları, yöneticileri, çocukları da bizimle birlikte yan yana kamaralarda yolculuk yapıyorlar.
Fosil yakıt temelli enerji şirketleri tabii ki kucağımızda bulduğumuz iklim krizinin tek sorumluları değil. Yeşil badana ile ilgili bir başka yazımda yer verdiğim gibi Fast Fashion bir diğer sektör. Ama asıl yeşil badanacılar “bizleriz!”. Yani tüketiciler olarak ya olan biteni görmezden geliyoruz, ya görüyor ses çıkarmıyoruz ya da bu ürünleri tüketmeye devam ediyoruz ve yeşil badananın ekmeğine yağ sürüyoruz.
Yükselen değer “hesap verebilirlik”. İkna edici ve inandırıcı verilerle ortaya konacak bir eylem planı yeşil badana kavramı etrafında adları dolaşan markalar ve şirketler için bir “fırsat” da olabilir. Geçmişlerindeki yanlışları ile açık ve şeffaf bir şekilde hesaplaşabilen markalar bu fırsatı değerlendirebilir. Kamuoyu özellikle iklim krizi konusunda çaresiz, ne yapacağı konusunda bilgisiz ve fikrine ve vizyonuna güvenebileceği bir omuz arıyor. Hesap verebilirliği gündemine alan şirketlerin rekabette de farklılaşabileceklerini düşünenlerdenim. Shell de bunu yapabilir!