Yollar kıvrılıyor, dolanıyor ama hiç de doğru yöne doğru gitmiyor. Birçok kişi yazdı ama en net ve açık haliyle Soli Özel dile getirdi. Küreselleşme başlığıyla dile getirilen büyük kabarma ve yürüyüş, ne yazık ki büyük bir duraklama ve tökezleme dönemine girdi. Tüm dünyada aynı eğilimler eşzamanlı olarak kabarıyor. En son Birleşik Krallık halkının Brexit referandumunda, Avrupa Birliği’nden çıkma yolundaki tercihi, bunun bir göstergesi oldu ama Amerika’da Trump’ın Cumhuriyetçilerin adayı olmayı başarması da bu konjonktürün önemli bir işareti. Bu eğilim, Batı dünyası dışında, gelişmekte olan ülkelerde ise daha çok otoriter yönetimlerin milliyetçi politikalarla halklarının rızasını alması şeklinde tezahür ediyor. Önümüzde, ulus üstü değer ve politikaların aşınmasıyla kendini belirginleştiren ve çok farklı coğrafyalarda eşzamanlı olarak ortaya çıkan ciddi bir içe kapanma süreci görünüyor. Ve ne yazık ki bu süreç, insanlığın ortak bir gelecek hayaliyle de ciddi bir tezat oluşturuyor.
Kendi içine kapalı yapılar, denetimsizliği ve kontrolsüzlüğüyle; en temel insan haklarının, insanlığın bu zamana kadar biriktirdiği tüm demokrasi ve özgürlük bilgi ve deneyimlerinin aşınmasını kolaylaştıracak. Aydınlanmadan bu yana uzanan tarih boyunca, insanlığın ortak kazanımları, ülkelerin, toplumların birbirini denetleme, işbirliği geliştirme, ortak ideal ve kararlar doğrultusunda yürüme süreçlerinde yükseldi; “Biz bize benzeriz”, “Bizim dışımızdakiler düşmanlarımızdır” anlayışlarının yükseldiği, ana akım haline geldiği dönemlerde ise geriledi. Ve bu sadece “dışardakilerin “ötekilerin” zarara uğramasıyla da sonuçlanmadı tabii ki. Onun da ötesinde, esas olan “içeride” gerçekleşti. İnsan hakları ve özgürlükleri en derin yaraları bu dönemlerde aldı…
Ve insanlık ne zaman derin yaralar alsa, onu var eden doğa ana, ortak kaynaklarımız, müştereklerimiz de bu yaralardan payına düşeni aldı kaçınılmaz olarak. Daha önce defalarca yazmaya, anlatmaya çalıştık; ekoloji ve sürdürülebilirlik hareketleri, ulusal çatıların kendi başlarına çözemeyecekleri sorunların en başlarında geliyor. Hele iklim değişikliği gibi gerçek anlamda küresel sorunları, milli çıkarlarla sonsuz bölümlere ayrılmış izole toplumların çözmesi mümkün görünmüyor; bu durum, ne yazık ki sorunların katmerlenmesine neden oluyor.
Yine Soli Özel’in ifade ettiği gibi, özellikle Brexit, aynı zamanda bir kuşaklar arası çatışma haline işaret ediyor. Birleşik Krallık’ta yaşayan genç nüfus büyük oranda Avrupalı akranlarıyla ortak bir yaşam ve hayale oy verirken, yaşlı kuşakların kahir ekseriyeti, “genç kuşakların haklarını ve yaşam şanslarını çiğneyerek kendilerini korumaya çalıştı”, Avrupa’ya hayır diyerek. “Yaşadığımız ekonomik ve ona bağlı toplumsal/siyasal krizin büyük ölçüde nesiller arası kaynak paylaşımı krizi olduğunu bundan daha açık şekilde göstermek herhalde mümkün olmazdı” diyor Özel. Ve evet bu aynı zamanda, bizim birçok kez dile getirmeye çalıştığımız gibi, bir çevresel adaletsizlik ve eşitsizlik çıkışı. “Gelecek kuşakların yaşam haklarını”, ekmeğini, suyunu, atmosferik istikrarını, biyolojik varlığını, müştereklerimizi, bugünün kuşaklarının çıkarları için feda eden derin bir adaletsizlik…
Enseyi karartmanın kimseye bir yararı yok ancak gerçeklere gözü kapamanın da ne bugün ne de yarın için bir fayda sağladığı görülmemiş. Küreselleşme ve ona bağlı olarak gelişen ortak yaşam hayali, çeşitli tarihsel dönemlerde geriledi; kimi zaman neredeyse buharlaştı; sonra yeniden başka güçlü ve tersine eğilimlerle küllerinden doğdu. Bu noktada asıl üzerinde durmamız gereken, bu süreci tersine çevirecek eğilimleri, bugünün rüzgarına kapılıp, aynı içe kapanmacı, “milli” çözümler portfolyosu içinde aramak yerine, yine enternasyonal; dayanışma, ortak fayda ve idealler arayışları ve süreçleri içinden çekip çıkarmak. Gezegenin, içinde yaşadığımız toplumun, kendi benliğimizin ve çocuklarımızın geleceği orada. Bu büyük sağanak ve sel akıp gittiğinde, kumun içinde yine o iz üzerinden ve artık daha güçlü yürüyeceğiz.