“Endişeliyim, çünkü böylesine büyük beklentilere sahip olduğumuz bir kuşağa, gereken donanımı, eğitimi ve bilinçlendirmeyi veremediğimizi düşünüyorum.”
YAZI: Arif ERGİN, Sürdürülebilir Ekonomi ve İklim Değişikliği Uzmanı arif.ergin@turseff.org
2017 yılıydı. 5 Haziran Dünya Çevre Gününde, Türkiye’nin önde gelen bir ‘iş adamları’ derneğinin davetlisi olarak katıldığım seminerde İklim Krizi ve Sürdürülebilirlik kavramını iş insanlarına anlatmıştım. Galata’daki toplantının sonunda, yorgunluk kahvesi için İstiklal Caddesi’ne çıktım ve bir kafeye oturdum. Yan masada yedi sekiz tane liseli genç kız, iki masayı birleştirmişler, hararetle bir şeyler tartışıyor ve masaya yaydıkları rengarenk büyük kartonlara birtakım sloganlar yazıyorlardı:
“İKLİM DEĞİŞİYOR!”
“KÜRESEL ISINMAYA DUR DİYELİM!”
“NO PLANET B!”
Konuşmalarından duyabildiğim kadarıyla Beyoğlu’nda bir okulun öğrencileriydi ve Dünya Çevre Günü’nde iklim değişikliği ile ilgili bir gösteriye katılmak için hazırlanıyorlardı. Sloganları büyük kartonlara aktarıyorlar, bazen yazının sığmaması bazen de yazının yeterince okunaklı ve estetik bulunmaması nedeniyle sık sık kartonları yırtıp atıyor ve yeniden yazıyorlardı.
Örneğin; “BAŞKA GEZEGEN YOK”, pankartının en idealini yakalamak için sanırım 3-4 kez farklı renk ve formatta yazı denemelerini beğenmeyip atmışlardı.
‘Acaba kendilerini bu israf nedeniyle uyarsam ve iklim kriziyle ilgili biraz sohbet etsem mi?’ diye düşünürken, aklıma öğleden önce iş insanlarıyla yaptığım toplantı geldi yeniden. Her biri sektörlerinde duayen sayılabilecek iş insanlarına enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi, geri dönüşüm gibi konuları anlatmıştım. Anlattıklarım akıllarına yatsa da yapmış oldukları itirazlardan ve ileri sürdükleri karşı argümanlardan, pek çoğunun çevreci yatırımlara birer “finansal maliyet” gözüyle baktığını görebiliyor ve empati yaptığımda kendilerince haklı olduklarını da anlayabiliyordum. Çoğu 60’lı, 70’li yaşlarında ve geçmişi başarılarla dolu olan bu başarılı iş insanları, çevresel problemlerin neden olduğu yıkım maliyetinin önem ve öncelik sıralamasında en üst basamaklara tırmandığı yeni çağ paradigması ile, hayatlarının çok geç bir evresinde karşılaşmışlardı. Bunun için onları yargılayamayacağımı biliyordum.
O esnada yan masadaki gençler kafeden ayrılmak üzere ayağa kalkınca hemen sohbete giriştim. Birkaç dakika boyunca anlattıklarımı dinlediler, anlamaya çalıştılar, kendilerini ve anlattıklarımı sorguladılar, mantıklı açıklamaları duyunca ikna oldular, hatta masaya dönüp bıraktıkları yırtık kartonları bile topladılar. Büyükler tarafından iklim krizine verilen bireysel ve kurumsal tepkisizliğin, daha derinlerde bir yerlerde, çok daha erken bir aşamada çözülmesi gerektiğini ve gelecek her yeni neslin konuyu bir öncekinden daha fazla sahiplenerek içselleştireceğini anlamaya başlamıştım. Gençlerle ayrıldığımızda, o günkü kişisel “fayda bilançomu” düşündüm.
Öğleden önceki 60-70 yaş kuşağına anlattıklarım ve öğleden sonra 15-17 yaşlarındaki çocuklara anlattıklarım, özünde aynı şeylerdi. Ama anlattığım konulara beklediğim reaksiyonları verenler, çocuklar olmuştu. O gün, “Çevre ve İklim Krizi” konularında yaptığım çalışmalar arasında benim için en kritik dönüşümü tetikleyen bir gün oldu ve ben, tamamen çocuklara ve gençlere odaklanmış yeni bir anlayışla, yeni bir içerik ve yeni bir program oluşturmaya karar verdim. İşte İklimBaba.Com adını verdiğim platform 2017 yılında bu şekilde doğdu.
Dijital Yerliler Çok mu Farklı mı?
O güne kadar kitaplarım ve özellikle de TEDx konuşmalarım nedeniyle YouTube kuşağı diyebileceğimiz gençler tarafından ilgi gören bir yazar ve kanaat önderi olarak pek çok okulda söyleşiler ve sunumlara davet ediliyordum. İşte o günden sonra bu tanınırlığı İklim Krizi ile mücadele için kullanmaya karar verdim ve beni söyleşi için davet eden tüm okullara şu şartı koşmaya başladım: “Okulunuza kitap söyleşisi için gelirim ama geldiğimde çocuklarla İklim Krizini de konuşmak şartıyla!”
Bugün itibariyle İklimBaba.Com platformuyla üç yılda 100’e yakın okul ve üniversite ile İklim Krizi, Temiz Enerji, Su Verimliliği, Enerji Verimliliği, Okyanuslar ve Buzullar, Döngüsel Ekonomi ve Geri Dönüşüm gibi pek çok başlıkta seminerler, eğitimler ve atölyeler düzenlemiş durumdayız. Tamamen gönüllülük esasına göre düzenlediğimiz ve hiçbir maddi karşılık talep etmediğimiz bu etkinlikleri bazen bizzat ben, bazen de bana destek olan ve her biri konusunda uzman olan gönüllü arkadaşlarımla birlikte verdik.
İklim Krizinin olumsuz sonuçlarından en çok etkilenecek kuşak, Z kuşağı ve ardılları olan Alfa Kuşağı olacak. Kimi şu an gençlik çağında, kimi ise henüz küçük birer çocuk olan bu kuşakların, bizden akıllı, bizden bilinçli, dünyayı kurtarmak için doğuştan gelen bazı meziyetleri olan özel çocuklar muamelesi görmeleri ise beni geleceğe dair endişelendiren bir durum. Endişeliyim, çünkü böylesine büyük beklentilere sahip olduğumuz bir kuşağa, gereken donanımı, eğitimi ve bilinçlendirmeyi veremediğimizi düşünüyorum.
Z Kuşağı ve Alfa Kuşağı için, dijital yerliler deniyor. Hatta mobil kuşağı oldukları ve günlerinin büyük kısmını dijital dünyada geçirdikleri için daha eşitlikçi ve demokrat oldukları, sosyal ve çevresel konulara daha duyarlı oldukları, medyada ve kamuoyu araştırmalarında sıklıkla işlenen konular. Genel görüşle ters düşeceğini biliyorum ama bu konuda aynı fikirde değilim. Medyada fazlaca pohpohlanmış, özel nitelikler atfedilmiş ve dolayısıyla büyük beklentiler yüklenerek tabiri caizse biraz “gaza getirilen” bir kuşak Z Kuşağı.
Oysa gerçek pek de öyle değil. Kamuoyu araştırmalarını incelediğimde, örneğin iklim krizi gibi konulara önceki kuşaklardan daha duyarlı olduklarını ama bu farkın çok da büyük bir fark olmadığını farklı farklı araştırmalar ortaya koyuyor. Şayet bizlerle aynı eğitim ve öğretim sisteminden geçeceklerse, iklim krizi ile ilgili beklentileri karşılama oranları önceki kuşaklardan pek de farklı olmayacaktır. Benim de (güya) mensubu olduğum X kuşağının içinden çıkan ‘duyarlı’ ve ‘duyarsızların’ oranı neyse bizden sonraki Y kuşağında da bu oran aynı oldu. Şayet onlara farklı bir eğitim veremezsek, istatistik biliminin önceki kuşaklar için verdiği sonucu Z ve sonrasında gelen Alfa Kuşağı için de vereceğini söyleyebiliriz.
Kuşak isimlendirmelerinin o kuşaktaki insanlara dair belirli bir özelliği yansıtmadığını, sadece belirli dönemleri ve dönemin koşullarını tanımlamaya yaradığını düşünüyorum çünkü konuştuğumuz şey, insan. Bundan 3000 sene önceki insanla bugünkü ve yarınki insanın arzuları, tatminleri, var olmak için göze aldıkları, hırsları ve korkuları arasında temelde hiçbir fark yok. Ayrıca, dönemsel olarak X kuşağına mensup olan biri, Z kuşağına atfedilen özelliklere sahip olabildiği gibi bunun tam tersi durumlar da olabiliyor. Eminim Z kuşağının temsilcileri de bir gün dünyanın kaderinde söz sahibi olacak mevkilere geldiklerinde, içlerinden çok yaratıcı, çok faydalı, çok başarılı işler yapan insanlar çıkacağı gibi bunun tersi yönde işler yapan insanlar da çıkacak. Aradaki farkı belirleyecek olan şeyse eğitimden başka bir şey değil.
Bugün bütün Z’ler, X kuşağının icat ettikleri teknolojileri ve Y kuşağının yönettiği şirketlerin ürünlerini kullanıyorlar. Z’lerin, Alfaların ve onlardan sonra gelecek kuşakların nasıl niteliklere sahip olacağını da bugün karar mekanizmalarında olan X ve Y kuşağı belirleyecek. Bize düşen, ilkokuldan itibaren müfredata iklim ile ilgili dersler koyarak Z kuşağının ilgi ve yeteneklerini bu yönde şekillendirmek. Bunu bir an önce yapabilirsek, gerisini onların halledeceğinden, üstelik bizlerden çok daha başarılı olacaklarından benim de hiç kuşkum yok.